11 Nisan 2006 Salı

"Sevda mı istiyorsun"

Neden? diye soran;
Suat'a, Ayfer'e, Özlem'e
ve neden? diye sormayan Emine'ye
ve tabii ki her şeyin sebebi E.A'ya...

‘Aşk ki tanrılarımın en alınganıydı, senle vuku buldu ömrümün mecralarında’ diye kekelemiştim. Kekeme yalanlarıma bir yenisini eklemiştim. Zaten (bakın ne kadar çok kullanıyorum bu kelimeyi) ben yalan söyleyemem diye kandırıp dururum, insanları değil kendimi. Aslında bu da yalan değil! Yalanlarıma öyle yürekten inanırım ki, çoğu zaman gerçeğin bir önemi kalmaz… Ve söz konusu bensem eğer, işin hep bir yüzü bir de astarı vardır. Aslını astarını bilmek ve ayırt edebilmek gerekir. Gerçi kimse de zarar görmez yalanlardan ama beni asmadan önce lütfen yargılayınız!..”Yaptım da niye yaptım?” bir sorun bakalım…

Neyse konumuz bu da değil! Geçelim. Aşktan bahsedeyim ben. Lütfederseniz, siz de dinleyiniz. Bundan yıllar yıllar evvel, evde kalmış bir kadının ağzından şu sözleri duymuştum, birebir aktarıyorum:”Kızlar seni hiç anlamayacaklar! Ancak yıllar sonra, bir sürü acıyı yaşatıp tükettikten sonra anlaşılacak değerin…”

Burada kastedilen, her hangi bir edebi ya da kişisel yetenek değil. Sadece duygusallığıma atfedilmiş sözler…İlk duyduğumda gülüp geçmiştim. Bunun sebebi de o kadının beni hiç tanımıyor oluşuydu. Ancak dediği her şey çıktı. Hayır, henüz bahsedilen o değerin (ne olduğunun ben hala tam olarak farkında değilim; ancak ipuçlarına ulaşabildim bunca zamandan bile sonra…Ama işin en ilginç yanı; o kadın, o sözleri niye söyledi ve o sözleri söylerken gözlerindeki yağmur yemiş serçe mateminin sebebi neydi, bunu anladım…) farkına varılmadı! Yani hiçbir kadını kendime kul köle edemedim. Bunu yapabilenleri de halen hayretle izlerim. Üstelik bu kul-köle etme işinin üstesinden gelebilmeyi gerçekten istemiştim. Sadece bir kez ama istedim işte! Napayım yani, ben de insanım…

Bu değerini ispat etme işini ya da değerin anlaşılabilme mevzuunu bir kenara bırakırsak, hayat, aşk konusunda bana çok cömert davrandı. Bunda benim de payım var tabii. Sevmek işin en kolay kısmıydı hep ve kolayı varken zoru denemek istemedim pek. Yaptım mı, yaptım. Eyvallah! Bir kere de kendimi tatmin etmek için -biliyorum çok doğru bir davranış değil – oyunu kuralına göre oynayıp kazandım. Kazanmak çok keyifli değilmiş. Bunu öğrendim. Elde etmek elde edilmek kadar güzel değil…

Bak, hala anlatmak istediğim kısma gelemedim…Fazla gevezelik ediyorum! Neyse, siz de yazının bu kısmında cesaretinizi toplayın ve bir yere varacağına, bunca kelimeyi okuduğunuza değeceğine kendinizi inandırın.

Baylar ve bayanlar! İşin ehli bir kişi miyim, değil miyim, muhtemelen çoğunuz bunu bilmiyorsunuz…Yorumlarda beni taşa tutma hakkını size tanıyorum, merak etmeyin!.. Buradan itibaren asıl konumuza girelim isterseniz. Ya da acaba bir yere varacak mı bu yazı diye bahis de açabiliriz. Banka hesabım için profilime bakabilirsiniz ve sakın yasa dışı bahis oynatmaktan beni şikayet etmeye kalkmayın, şirketimiz Lüksemburg’da olduğu için davalarınız bir yere varmaz!

Aslında tüm bu yazı yarım kalmış bir şiiri bir kez daha deneyip bitiremememden dolayı kaleme alınmaya başlanmıştır ve word’e geçerken kimi eklemeler yapılmıştır.



“sesinin telvesinde
üzgün bir kız çocuğu
‘dünya bu kadar mı?’
diye soruyordu
‘7 kıta, 3 okyanus,
dünya bu kadar mı?’”(G.O)

Olmak istediğimiz ya da aslında olmamız gereken(alttaki yazı bunu biraz daha açık anlatır) ile gördüğümüz ya da görmek istediğimiz arasında sık sık çelişki olabilir. Bu çelişkinin çözülmesi için düğümü açan bir ilmik mutlaka vardır. Bazen bulması zaman alabilir. Hatta epey zaman alabilir…İşte bu şiire(şüpheye demek isterdim aslında) mahal veren kadınla ol(may)an ilişkimin döngüsü de böyle bir çelişkinin etrafındadır. Çok okumuş, çok konuşan, çok bilen ya da çoğunlukla bildiğini sanan ama benim için hep küçük bir kız çocuğu olarak kalan kişinin kim olduğu belki zamanla ortaya çıkar ama ben bunu da önemsemiyorum. O kadar ukala ve bilmiş bir kadını neden sevdim, bu sorunun cevabını arıyorum ve bu şiirle üç aşağı beş yukarı doğru cevabı bulduğuma inanıyorum.

“Ancak bir benzerim öldürebilir beni”, küçük İskender’in sevdiğim bir dizesidir. İtiraf ediyorum: ben ukala biriyim, gevezeyim, sıkça yanılır, yanlışa düşerim! Benzerimin beni yokedebileceği inancını(umudu aslında) taşırım.

“sesinin telvesinde
dizleri kanayan bir kız çocuğu
‘ellerimden tut’
diyordu,
‘düş(üş)lerime merhem bul.’

‘aksi halde…
dünya…
yaşanılacak yer değil!”(G.O)

Onun da bir yerde bu umudu taşıdığını düşledim hep ve benim gözümde karşılıklı birbirini yok edebilecek bir çifttik! Bunu çok sevdim! Hala da severim…

Oysa işin formülü çok basittir. Bunlara hiç gerek yoktur. Onu da Cahit Irgat’tan dinleyelim:

“Sevda mı istiyorsun, komşu kıza sevdalan”

Komşularımın kızı olmaması benim suçum değil. Ben kader mahkumuyum…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder