20 Mayıs 2008 Salı

AHH! TRAKYA...

Üniversiteden arkadaşım Özgür'ün Edirne'de düğünü vardı. Gelin hanım Edirneli olmasa bi on sene daha uğramayacağım oralara ama Özgür'ün düğünü için düşüyorum yollara...

Kendi sınırlarımı zorlayıp düğünde oynamaya bile kalkıyorum, hatta halay çekiyorum... Sanırım Özgür bu konuda takdir edecektir beni... Ehh! O da sevmez oynamayı da, eli mahkum, oynayacak... Arkadaşları da kendi gibi tabii... Ben gazı verip bütün milleti kaldırıyorum. Sonra aralardan sıvışıp masaya dönüyorum. O da ne! Oynamaya kalkanların yarısı benden önce sıvışıp dönmüş masaya... Neyse! Kalktık ya canım... Bizim de elimizden bu kadar geliyor... İlerleyen saatlerde bir de halay... Tamamdır...

Ertesi gün, madem geldik köye uğramadan olmaz... Dayımlarla Yeniköy'e geçiyoruz...

- A be kızanım! Ne kadar büyümüşsün sen böyle... Gene güzelsin de... Küçükken daha güzeldin...

Öyledir teyze... Eh! Artık az da olsa göbek de var...

- Yaptı mı bu askerliği?
- Yaptı yaptı...
- Bizim .....'yı verelim buna...

Gülüşmeler...

- Neden gülüyorsunuz canım. Mis gibi çocuk işte! Kız yabancıya gitmesin...

Fazla kalmamak lazım, bekarlık elden gidecek... Kuzenim hemen gelip kurtarıyor beni... "Hadi çıkalım!" Bu teklifi bekliyordum zaten... Siz aranızda münasip gelin adaylarını çıkarın, ben göz atarım bir ara... Bizim oranın kızları da, kolay kolay reddedilemeyecek kadar güzeldir... Daha vakit var da... Yaşlılar çetesi şimdiden başlasınlar elemelere, sorun değil...

Yıllardır yokum buralarda. Sürekli geldiğim zamanlardaki arkadaşlar da yok! Herkes beni soruyor.

- Tizemin oğlu

diyor Özgür... 1.90 küsur ve 115 kiloluk, yüzyıllık çınarlardan daha geniş gövdesi olan kuzenim... Benden iki tane olsa, arkasında rahat rahat saklanırız...

Köy açmıyor... Sessiz... Millet ortalıkta değil... Soğuk biraları kapıp koruluğa gidiyoruz... Bütün kasaba korulukta sanki... Mangalı kapan damlamış... Biraz sonra köyden bir iki beter daha geliyor... Dikiyoruz şişeleri... 1...2...3...4... "Biranın tadı daha güzel burada." diyorum... "Bilmem" diyor kuzenim... "Ben içiyorum hep aynı... Bira da aynı, rakı da aynı..." 5...6... Altıncı bira günün neresi? Saate bakıyorum: 17! Gün kararmadan sızacağım galiba... Sızdım mı, allah göstermesin! Ölene kadar düşmem dillerinden... Şöyle bir ayağa kalkıyorum. Yok! Yok! Tadı da güzel... İçince de dokunmuyor... Trakyalı genlerim kontrolü ele aldı galiba... İyi. İyi.. Dile düşmeyeceğiz...

Akşam üzeri dayımın kızıyla futbol oynuyorum bir de üstüne... Vallahi futbolcu olur bu kızdan da... Bu ülkede bir halta yaramaz işte... Dokuz gibi gene gelip alıyor beni kuzenim Özgür... Kasabada bir iki bira... Üstüne köye geri geliyoruz... İsmail'in Yeri... Burada içmeyeceğim diyorum girerken, içimden... Oturur oturmaz iki bira önümüzde... İçmemek ayıp olur... Biter bitmez pat! Boşlar gidip dolu şişeler geliyor... Saate bakıyorum 00:30. "Yarın sabah altıda kalkacağım ben." diyorum Özgür'e. "Tamam." diyor. "Bitirelim şunları, seni eve bırakayım..." Bitiriyoruz. Beni eve bırakıyor. 01:30! Merhaba uyku...

Bir kaç gün daha kalsam, biteceğim... Şimdilik tadımlık olsun deyip, sabahın köründe kaçıyorum İstanbul'a...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder