16 Mart 2008 Pazar

DÜNYANIN SONU

Yanlış arkadaşlar! Aileler hep yakınır dururlar bundan...Orta Okul ve Lise hayatım boyunca edindiğim neredeyse tüm arkadaşlar bu sıfatla anılırdı ailem tarafından. Aslında bu, bizzat annemle babamın yaptığı bir teşhis değildi. Öğretmenlerin dayatmasıyla oluşmuş bir yanlış anlamaydı(düpedüz öğretmenlerin komplosuydu). Çünkü söz konusu bir grup veledin her birinin ailelerine benzer şeyler söylüyorlardı. "Bunlar bir çete. Lideri de..."

Lider, kimin ailesiyle konuşuluyorsa ona göre değişiyordu. Çoğunlukla Cem'in (kan kardeşim) ve benim adım zikrediliyordu. Cem'in ailesine liderin ben olduğumu, benim aileme Cem olduğunu, Cem ve benim dışımdakilere de o an kimin adı dillerinin ucuna önce gelirse onu söylüyorlardı.

Bir keresinde Cem'le Taksim tarafındaydık. Eve dönecek paramız kalmamıştı ve mecburen Cem'in Harbiye tarafında çalışan babasının yanına gitmiştik. Babası beni görünce kim olduğumu sormuştu. Cem de hemen atlayıp; Tekirdağ'dan, yazlıktan arkadaşı olduğumu söylemişti. Özellikle o vakitlerde, Güray olamazdım, bu çok tehlikeliydi. Çünkü var olduğu iddia edilen çete, suç sicilinin en kayda değer haltlarından birini yiyeli bir kaç hafta oluyordu ve bendeniz de Cem'in babasına göre o çetenin lideriydim. Saf ve temiz çocuklarını kandırıp belaya bulaştırıp duruyordum. Benim ailemse aynı şeyleri Cem'in bana yaptığını sanıyordu...

Suç dosyalarımız kabardıkça kabardı. Sürekli müdürler, müdür yardımcıları eskitip duruyorduk. Söz konusu kişiler ya sürgün yiyorlar ya da başka cezalar alıyorlardı ama bir şekilde bizim okuldan ayrılmak zorunda kalıyorlardı. Her yeni gelenin başına benzer şeyler geliyordu...Sonra günün birinde bir müdür çıka geldi. Her ne hikmetse, okulumuzdaki bu müdür ve müdür yardımcısı erozyonunun sebebi olarak bizi görüyordu. Birileri ona öyle söylemiş olmalı. Oysa sebep biz değildik...Kantin ihaleleri, servis ihaleleri vs...İnce işlerdi bunlar...

Daha okulun ilk günü, İstiklal Marşı seramonisinden sonra okulun hoparlörlerinden tüm çetenin isimleri tek tek okundu. Yeni müdür bizi yanına çağırıyordu. İlk derse girmemiz gerekmiyordu. Okulun ilk günü, daha ilk dersi asma fırsatını yarattığı için yeni müdürümüze hemen kanımız ısınmıştı. Fakat neden biz? Sebep belliydi aslında. Bir dönem önce çoğumuz uzaklaştırma cezası almıştık. Akıllı, uslu olun vaazları çekecekti bize. "Ben sizin bildiğiniz müdürlerden değilim!"

Müdürün kapısının önünde beklemeye başladık. Birazdan tek tek çağıracakmış bizi. "Tek tek mi?" İşte bu hiç de iyi bir şey gibi durmuyordu. Sekiz, dokuz kişi...Tek tek!..Kapıyı çalıp önce kim gelsin diye sorduk. "Sırayla gelin işte" dedi. Bir itişme kakışma, herkes önündekini içeri iteliyor. Pat! Cihan'ı içeri fırlatıverdik. Çok fazla kalmadı içeride. Üç ya da beş dakika. Cihan çıkınca da Murat'ı itiverdik ve hemen sorduk Cihan'a:"Ne söyledi?" Bir şey söylemedi dedi Cihan, gösterdi...Ne gösterdi dedik. İstanbul'daki okulların listesi..."İstersen Anadolu yakasındakiler de ilerleyen sayfalarda" demiş...Bizi bu okulda tutmamaya kararlıymış. "Paşa paşa kendiniz gidin...Yok yere tasdikname yazmakla uğraştırmayın beni..." Murat'a da iki hafta süre vermiş...Öyle öyle sırayla herkes girdi içeri. Herkes müdürün odasına girip çıktığında cümleleri alt alta dizdik ve hiç de olumlu bir paragraf çıkmadı ortaya...

"Bunlar İstanbul'daki okulların listesi. Buradan kendinize okul beğenin. Beni tasdikname yazmakla uğraştırmayın. Hem üniversiteyi kazanmak falan gibi bir düşünceniz varsa, orta öğretim başarı puanınız için de iyi olur bu. Zaten okulun son yirmisi içindesiniz...Bu okulun size verecek bir şeyi yok artık! Hem sizi atmayayım diye uslu durmayı falan da aklınızdan geçirmeyin. Sizi bu okuldan atmam için illa da bir suç işlemenize gerek yok. Zaten önceden yaptıklarınız yeterli bunun için...Zaten geçen yıl iyi kurtarmışsınız paçayı. Ben olsam eğitim hayatınızı bitirirdim. Ama o zaman ben olmadığım için size başka bir okulda okuma hakkı tanıyorum. Karar sizin...Ya paşa paşa gidersiniz ya seve seve..."

Bir önceki müdür de bizi atmaya kalkışmıştı. Hatta neredeyse başarıyordu. O kadar kesindi ki o zaman atılacağımız hemen sonrası için planımızı programımızı yapmıştık. Kişisel mal varlıklarımızı, para eden neyimiz varsa satacak; gerekirse ailelerimizden çalacak ve pılı pırtıyı toplayıp Kaçkar Dağları'na gidecektik. Zaten ilkbahar gelmişti. Sonbahara kadar rahat rahat kamp yapabilirdik orada. Bu sürede ailelerimizi hiç aramayacak ve sonbaharda telefonla durumu yokladıktan sonra (muhtemelen üzüntüleri öfkelerini yenecekti) duruma göre ya geri dönecek ya da planın ilerleyen aşamasını yürürlüğe sokacaktık. Gerçi ilerleyen aşama diye bir şey yoktu ama onca zamanda aklımıza bir şeyler gelirdi. Seyahat ve konaklama için gerekli araştırmaları yapmış tasdiknamelerimizi bekliyorduk yola koyulmak için. Son anda yönetmelikteki bir madde imdadımıza yetişmişti. Eğer bir kaç arkadaşı daha bu suça ortak etmeye razı edebilirsek sayısal çoğunluk okuldan atılmayı uzaklaştırmaya dönüştürecekti. Suçu bölüşecek ve yönetmelikteki açığı kullanarak her birimizin cezasında indirim alacaktık. Neyse ki bizim için ceza almaya razı yeterince arkadaşımız vardı. Sonuçta birer hafta, üçer gün, birer gün derken cezalar paylaşıldı ve dünyanın sonu sandığımız yerin elimize diken batmasından daha da zararsız bir şey olduğunu öğrendik...

Peki şimdi Kaçkar Planını yeniden yürürlüğe mi sokacaktık? Elimizde her ayrıntısı düşünülmüş bir plan vardı zaten. Biz de, "Biz bir yere gitmiyoruz. Siz bizi atın!" dedik ve tasdiknamelerimizi görmek için sabırsızlanmaya başladık. İki yıl boyunca, sık sık derslerimize teşrif etmek dışında bir şey yapmadı o müdür ve sonunda tasdikname yerine diplomalarımızı verip bizden kurtuldu. O kadar mutluydu ki o gün! Yüzünde güller açıyordu...Hayır, bizden kurtulduğu için değil. Bizi adam ettiğini sanıyordu...Başardı mı gerçekten?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder