14 Ekim 2006 Cumartesi

YÜKSEKLİK KORKUSU

“Yerden yükselip havada durmanın
özel bir yetenek istediğine inanmıyorum
aslında. Hepimizin içinde olan bir şey bu
-her erkeğin, kadının ve çocuğun- yeteri
kadar çalışıp dikkatini toplarsa, benim
Harika Çocuk Walt olarak üstesinden
geldiğim işlerin bir kat fazlasını becerebilir herkes.

Ama kendiniz olmaktan çıkmayı öğrenmelisiniz.”
p.a.

Yıllar önce, Unkapanı’ndaki Bozdoğan Kemeri’nin üzerine çıkışımı hatırlıyorum. Liseli haytalar olarak, sevmediğimiz dersler ya da hocaların çoğunlukta olduğu günler Beylikdüzü Gezegeni'nde vakit geçirmektense İstanbul’un içlerine doğru uzardık. Julian Barnes’ın Metroland’ine benzer ama bu toprakların kültürüyle meydana gelmiş bir Flaneur’lüktü bu. Kah Cağaloğlu, kah Sultanahmet, kah Bakırköy, kah Haydarpaşa, Kah Dilbazlar Sineması, Kah Elhamra. Kışın en soğuk günlerinde bile bir okul gömleği ve kravattan ziyade bir şey olmazdı üstümüzde.

İşte Bozdoğan Kemeri’nin tepesine adım attığım an hayatta asla yenemeyeceğim o korkum ansızın en karanlık zindanlarına atmıştı beni: Yükseklik Korkusu!

Hiç o kadar aciz ve yardıma muhtaç olduğum bir başka an hatırlamıyorum. İnsanın gözlerinin kararmasının ne demek olduğunu o an anlamıştım. Arkadaşlarım önce cesaretlendirmişlerdi beni ve ancak o da sürüne sürüne altından yol geçen orta kısmına kadar gidebilmiştim. Oradaki altı boş olmasa da, tek bir eksik tuğla bile aşılmaz bir engeldi benim için. Artık iyice zemine yapışmış ve soluk alıp vermekte bile zorlanır olmuştum: “Öleceksem hemen öleyim daha fazla ıstırap çekmek istemiyorum” diyordum. O anda da beni omuzlayıp aşağı indirmişlerdi. Toprağı öpme isteğinin ne kadar doğal bir istek olduğunu da o anda anladım. Oysa o ana kadar hep yapmacık bir davranış olarak görünürdü bana.

Bundan yıllar sonra p.a.’nın Yükseklik Korkusu’nu günlerce okumaya cesaret edemeyişimin temelinde de bu korku yatıyordu ve tabii ki a.h.'nin Mr. Vertigo’sunu da bu korku yüzünden hiç izlemedim.

Bu kısımda, bu yazıyı yazmak konusunda bana iştah veren Merih Sakarya ’ya da teşekkür edeyim. Eminim onun bu kitap hakkındaki yazısı benim yazımdan çok daha keyifli olacak. Şimdiden “Eline sağlık!” diyeyim.

Yükseklik Korkusu üzerine de p.a.’nın diğer kitapları üzerine de çok büyük laflar etmek bence gereksiz. Ahmet Ümit’in (gaflet ve dalalet içinde)‘ölen bir tür’ diye nitelediği şiire olabildiğine yaslanan kitaplar p.a.’nın kitapları. Şiir geleneğinden ya da bilgisinden yararlanmak için illa da kafiyeli cümleler dizmek gerekmez ard arda. İmgeyi kitaplarının bütününe, çorbaya atılan tuz gibi dağıtır p.a.

Söz konusu Paul Auster olduğunda, biraz da popülerlik tartışmasından söz açmak gerekir. İyi bir yazarın ya da sanatçının popüler olması bir sevinçtir. Ama ülkemizde, entelijansiya mı desek, asi gençlik mi desek, underground mı desek ne desek, biraz irkilir biri popüler olduğunda. Hatta bir adım geri çekilir. Popüler olmaktan mustarip pek çok isim vardır. Bursa'nın Zeki Müren, Bülent Ersoy ve Fatih Ürek'in hemşeriliğinden mustarip olmasına benzetirim bunu. Biraz da bir kaç yazı önce bahsettiğim 'başkalarının cinsel uzvu ile çocuk yapmaya yeltenme' durumudur bir bakıma da...

Güzelden güzel güzel bahsetmek gerekir. Ol sebeple yediklerinizden bahsediniz diye telkin ediyorum size sevgili okurlar, tuvalette çıkardıklarınızdan değil!..

Bu yönüyle Yükseklik Korkusu güzel bir mönü sunuyor size. Okumadıysanız mutlaka okuyun. Günümüz şartlarında bile harcadığınız para ve emekten dolayı pişman olmayacağınız konusunda cesaretlendiririm sizi...

Bundan ötesine de gücüm yetmez sanırım.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder