11 Temmuz 2006 Salı

Nazım Ünal Yılmaz'ın Nazım Ünal Yılmaz Resimleri Üzerine Metinleri

GÖZ YAŞINDAN YAPILMIŞ FARKLI RENKLER

Nuh Tufanı hikayesine göre Tanrı tufan sonrası çocuklarına bir gökkuşağı göstererek onlara bir daha böyle büyük bir insan kaybına sebep olan ceza vermeyeceği sözünü verir ve ne zaman gökkuşağı görürlerse tanrılarının verdiği bu sözü hatırlamalarını buyurur. Sanırım
gökkuşağının pozitif misyon yüklendiği ilk metinlerden biri bu olmalı.

Renkleri bilimsel olarak inceleyen Newton bir prizmadan geçirerek elde ettiği gökkuşağında yedi renk ilan etti. Gerçekten de gökkuşağında en belirgin olan yedi tane mi renk var ? Bu yedi rengin kutsal kitapta çoktan bir karşılıkları vardı. Mesih kırmızıya kanıyla isim verdi. Kurban! Portakalın rengi Cennetten kovulmayı sembol etti. Yaşam sarıydı, Mutluluk yeşil, Erdem mavi, Tanrının Kapsayıcılığı koyu mavi ve morsa Adaletti.

Türkiye’de çocukken gökkuşağı hakkında duyduğum iki şey vardı. Biri kaynağında hazine bulunduğu, diğeriyse altından geçerek cisiyetinizi değiştirebileceğiniz hikayesi. Tabii bunu sokakta erkekler kadar özgür oynayamadan eve daha erken gitmek zorunda kalan kız çocukları daha çok bilirdi.

Sanırım 1960’larda önemli bir gay aktivistin öldürülmesinden sonra, gay hareketinin gökkuşağı bayrağından sosyal entegrasyonu sembol eden açık mavinin çıkarılması kararlaştırıldı ve bugün iki mavinin yerine tek mavinin kullanıldığı altı renkli gay bayrağı, zaman içerisinde değişik renk fragmanları alsa da en genel olarak kullanılan oldu.Globalizasyon sürecinde çok kültürlülüğe vurgu yapan barış hareketi de gökkuşağını kendisine bayrak yaptı.

Ben de ne zaman bir gökkuşağı görsem onu bir mucize gibi izliyorum. Öte yandan doğanın dengesine öykünen hümanist algıyı, onu yediye bölen pozitivist yaklaşımı, hazlarını meşrulaştırmak isteyenlerin elinde nasıl bir etikete dönüştüğünü düşünmeden de edemiyorum.

Bu bağlamda gökkuşağı bireyleri ezen ve hayal kırıklığına uğratan göz yaşından yapılmış bir sembol olarak resimlerimde yer alıyor.


VE TANRI DEDİ Kİ: BİZ İNSANI KENDİ SURETİMİZE BENZER YARATTIK

Kişinin bir imge (Imago Dei) olarak tasvir edilmesi sınırlıdır, yine de tasvir ilgiyi üzerine toplamaya ve putlaşmaya kadirdir. Bir insanı teninin renginden dolayı sevmemekle, gözlerinin güzelliğinden dolayı sevmek aynı kaynaktan beslenir..

Golgota yolunda İsa’nın Veronika’nın havlusuna çıkan sureti Batı sanatında temsilin meşruiyetini sağlamıştır. Veronika’nın Havlusu tuvale evrilmiş ve iktidar imgesine artık yüzü kızararak bir köşede gizlice porno bakan bir çocuk gibi bakmamaya başlamıştır.Böylece yüksek sanatın kapıları açılmış hatta Atom bombasının yapılabilmesi bilimsel bir gelişme olarak karşılanmıştır. Gombrich’in bir yunan vazosunda rakursiden çizilmiş bir ayak resmi görüp başlattığı klasik sanat bütün uygarlıklara bir evrim tablosu dayatmıştır.

Bugün hala İslam’da Muhammed’in imgesinin yapılması yasaktır, aslında gerek Kuran’da gerek Tevrat’ta herhangi bir insan imgesinin yapılması yasaktır.Bu batılı kulağa primitiv gelebilir ancak yasağın dinsel bir dogma olmaktan öte bir anlamı vardır. Kaynağını imgenin sahip olabileceği gücün korkusundan alır. Reklamların ya da CIA’in Amerikan soyut sanatına verdiği desteği düşünün.

Çoğu kez kendimi bir Ortaçağ İkona ressamı gibi hissediyorum.Bir İkona ressamının nesnesi doğa değil kendinden önceki ustaların yaptığı İkonalardır ve bir İkona ressamı İkonasını boyarken imgeyle kurduğu gerilimli ilişkiden dolayı olsa gerek dua etmelidir.

Bu resimdeki yüzsüz ve gölgesiz kişinin kim olduğuna dair kolayca fikir yürütülebilir.Çünkü bazı imgeler tanınmak için bireysel bir yüze sahip olmayı gerektirmez. Maskeleri, kıyafetleri, duruşları ve bulundukları mekan onlar adına yeterince konuşur.

Yazan: Nazım Ünal Yılmaz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder