19 Mayıs 2006 Cuma

Sahibinden az kullanılmış, ham metinler -IV

SAHİ,SİZ DE BİR ZAMANLAR KİTAPLARI KARIŞTIRMADINIZ MI?

Günlerce kitaplar karıştırıp durdum. Aşıktım. Sevgilime bir şiir,bir dize ya da dilimden geldiğince ona, onu sevdiğimi anlatan bir şeyler yazmak,vermek istiyordum. “Sen masallardan bile güzelsin,büyüksün” diye seslenmiştim ona, Attila İlhan’ın dizeleriyle. İşte aşk orada başlıyordu bir zamanlar.

Postacı Mario’nun[1] dediği gibi: şiir,ona kim ihtiyaç duyuyorsa onundur. Sanat da öyle olmalı bence. İnsan bir resme bakmak ihtiyacı duymalı, bir müziği dinleyip ondan haz alacak alt yapıyı oluşturmak,hayata eleştiren bir gözle bakmak ihtiyacı içinde olmalı. Sanat,içimizdeki ve dışımızdaki boşlukları doldurmak için güzel bir araç ve onu icra edenler için de onurlu bir amaç olmalı. Peki şimdi,sanat bizim için neyi ifade ediyor?

Yaşım o kadar büyük olmasa da,bir çağın dönüşüm noktasında,son romantiklerden biri olduğumu söyleyebilirim. Öyle ki,benden bir yaş küçük olanlar bile,resimli mesajlar,bayat söylemlerle ifade ediyorlar sevgilerini. Peki gelinen bu noktadaki uçurum neden?

Ben ve yaşıtlarım henüz yeni başlayan özel televizyon furyasına ayak uyduramamış bir nesildik. Kitaplar genellikle daha cazip ve daha renkliydi bizim için. Bizden daha küçük olanlar içinse televizyon daha cazip oldu. Çünkü onlar ,daha Denizler Altında Yirmi Bin Fersah’ı okumadan, izleme lüksüne sahiptiler. İzledikten sonra okuma ihtiyacı duymadılar. Bizse, önce okuyup sonra izler olduk hep.

İşte bu noktada iki sanat görüşü ortaya çıkıyor: görsel ve düşsel sanat. Bizim için sanat,daha güzel bir dünyanın nasıl olabileceği ve varolan hayatın eleştirisinin nasıl yapılabileceğine dair ipuçları veren bir kanaldı. Öyle ki uyarlamaları eleştirerek geçerdi çoğu vaktimiz. Mobydick’in hiçbir görsel karşılığı düşlerimizdeki o yaratığa yaklaşamazdı bile. Ya kaptan Nemo? Televizyon çocukluğumuzun düşlerini paramparça etti.

Biz de daha sıkı sarılır olduk kitaplara.

Bizden daha küçükler içinse,sunulmuş düşler ve sorgulanamayacak mesajlar vardı. Mobydick, beyaz bir balinaydı. Kaptan Nemo,sakallı,kötü bir kahramandı. Onlar da bu düşlere sarıldılar. Kitapların kalınlığı,filmlerin uzunluğundan daha yorucu geldi onlara.

Bizse düşlerimizin kutsal kıyılarından ayrılmadık hiç. Yeraltındaki notları keşfettik,ardından Kafka ve tabii ki Shakespeare. Aşık Shakespeare[2] değil ama,şair ve yazar Shakespeare. Sunulmuş düşlerin içinde iğreti durduk ve çekildik kendi kıyılarımıza. Ayağımıza gelen sanat değil,onun katına çıkmak için çaba sarf ettiğimiz sanata vurgunduk biz. Zaten,sanat bir seçim değil midir? Biz seçimimizi kurulu düzenden yana yapmadık.

Sanat ve edebiyat, en düşsel ve kutsal noktada,bilinmezi bilmek ve kahin olmak adına yazılan,yaratılan,okunan,izlenen demekti bizim için. Hep –di’ li geçmiş zamanda bitiriyor olsam da cümlelerimi;bu,bu görüşlerin geçmişte kalmış olduğundan değil,bu görüşlerin mirasçısı olmadığı içindir.

İşte bu yazı,televizyon yayın akışı içinde mecburi olarak yayınlanan ve hep en artık saatlere sürülen bir kültür sanat programı gibi senin vaktini alabilir ey, okuyucu; ya da o programları tutkuyla bekleyen,izleyen biri olarak,bu yazıya sarılabilirsin. Sahi,sen de bir zamanlar kitapları karıştırmadın mı?


[1] Postacı filminin iki baş karakterinden biri.
[2] Shakespeare İn Love. Shakespeare’in hayat hikayesini anlatan film.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder