29 Eylül 2014 Pazartesi

Alternatif bir tarih yazısı

Şimdi size anlatacaklarıma inanmasanız iyi edersiniz. Bir kez kandırabilirsem sizi, bir dahaki sefere, daha yürekten dinlersiniz söyleyeceklerimi. Sokaklarda, kendi ölümlerinden kaçan hayaletlere dönebilir; kuzey-güney, doğu-batı yollarında sırf haritayı ikiye bölebilmek için yol alırsınız. Bu sözlerimi dikkate almaz da bana deli muamelesi yaparsanız çok sevinirim. “Çünkü, yalnızlık benim tanrımdır.” Sakın yanıma ilişmeyin.

“Bu dünya gerçek olsaydı ne korkunç olurdu” dediğinden beri o, bu düşünce durdu. Betonarme cehennemlerin gölgelerinde bir yosundum o zamanlar. Kimsenin düşleri olabileceğine dair ümidim yoktu. Yaşamak başlı başına ıstıraptı ve kedilerden başka hiçbir nesne bunun farkında değildi. Dokuz canını da hiç gözünü kırpmadan beş dakikada veren kediler tanımıştım, boyunlarında altın zincirler ki sırf racon icabı.

Yenilgiler ki en haysiyetli yanımızdı. Susar, sigara içerdik. Susar, göz yaşlarımızı müebbede mahkum ederdik. Ağlasak, bu dünya gerçek olacaktı. Ağlasak, geride hiçbir rüya kalmazdı. Sustuk ve ağlamadık.

Herkesin bir sevdası, bir sevdalısı oluyordu, öyle ya da böyle. Herkesin bir ceketi, bir çift ayakkabısı vardı. Herkesin bir pantolonu, bir çift gözü ( kör ya da değil ama hep kapalı ), herkesin bir öfkesi vardı. Ben, herkesin öfkesi, herkesin içindeki şiddettim.

O ölü kıyılarda, plastik bardaklarımızdaki rakıları yağmur sulandırırdı. Hayalet şileplere bakar ve ölümü kandırmanın planlarını yapardık. Kimse kimsenin yalnızlığına karışmazdı; kimse kimsenin küfrüne, kirine, günahına… O zamanlar bizim Müslüm Baba’mız vardı! Uzak şehirlerde bizi bekleyen suçlarımız. Suçluyduk ve ilk suçtan beri kaçak… Doğmak ki günah ve kasten cinayetti.

Lüzumsuz adamların korkusuzluklarından, gece, durmadan cinayetler türetirdi.

BEN

ELİMİ
İLK SENDE
KANA BULADIM…
Yalnız kar vardı ve kardan başka her şey yalandı. Camları çatlatan çılgın bir soğuk ve yolları saklayan hain bir ayazdı. Sana çıkan tüm yollarımı yitirmiş, yıkılmıştım. Biri bi el silah sıksa sanki bütün ülke ölecekti. Kalemlerim donmuş, belleğim sana yakarışlarla dolmuştu. “İmdat! Yine mi karlardan yollar örtülüyordu.” İmdat! Yine mi yollarda aşklar boğuluyordu. İmdat! İmdat! İmdat! S.S. Sevdalınız, sulara gömülüyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder