9 Kasım 2006 Perşembe

ŞANSO PANZA OLMAK -II-

Yaşıtım kız çocuklarından bile cılızdım; o soğuk, odun sobasıyla ısınıyormuş gibi yapan ilkokul sıralarında. Sınıf maçlarına alınmadığım ve dahi doktorlar tarafından her türlü koşturmacadan aforoz edildiğim için, Firuzköy İlkokulu’nun kömürlükten bozma kütüphanesinde çok vakit harcadım. Komiktir, bu sayede Hz. Muhammed’in mezarının nerede olduğunu doğru yanıtlayan bir ben olmuştum ‘yanıtsız bir bektaşi’ olarak Sünni bir bilgi yarışmasında.

Beşik kertmem Verem’e rağmen ilkokul diplomasına haiz olur olmaz sigaraya başladım. Doğruyu söylemek lazım aslında, sigaraya değil de Küçükçekmece gölüne karşı düşler kurmaya daha çok. Onur ve Ufuk’la tellendirdiğimiz uzun Marlboro’lar ve tabii ki doğaya uyanan erkekliklerimiz, ilk sevdalarımız ve ilk fuhuşlarımıza dair düşlerimiz. Voltran saatlerinde bile dere tepe gezip tozduğumuz, çocukluğumuz. Onur Don’du, Ufuk da Kişot. Ben de Şanso Panza’ydım, tabii ki ayaklı kütüphane olmadığım zamanlarda.

Bu ayaklı kütüphane lafını ilk kullanan Hasan Hoca olmuştu. Yıllar yıllar sonra bir kez daha bu yakıştırma yapıldığında bana, Hasan Hocamı son gördüğüm zamanki hali geldi aklıma, hüzünlendim. Derse ilgimizi arttırmak için sandalye üzerinde amuda kalkan ve bir piknik sırasında sırf geri pas verdim diye, üstelik karşı takımda oynamasına rağmen, bana hayatımın ilk tokadını atan Hasan Hocam. Sıcak bir Avcılar akşamında yolda yalpalarken görmüştüm onu en son. Belki 10-12 senedir görmüyordum. Yanına yanaşıp kendimi tanıtmıştım. O çoktan çakırkeyfin ötesine geçmişti. Beni rakı içmeye davet etti. “Başka zaman” deyip ayrılmıştım yanından…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder