17 Haziran 2008 Salı
BİR İNSAN İÇİN KÜÇÜK, İNSANLIK İÇİN BÜYÜK BİR ADIM... EEE, YA SONRA?
Dünyaya döner dönmez sormuşlar N.A.'ya, 'Bayan Robinson kim?' diye... Yıllarca saklamış bu sırrı... Yaşlılık günlerinden birinde bir gazeteciye anlatmış hikayeyi. "Ben çocukken..." demiş, "Evimizin arka bahçesinde oyun oynuyordum. Çitlerin arkasından sesler duydum ve çalıların arasında, görünmeden yan bahçeyi kesmeye başladım... Bay ve Bayan Robinson'dı komşularımızın adları. Bay Robinson, Bayan Robinson'dan ısrarla bir şey istiyordu ama Bayan Robinson 'Hayatta olmaz!' diyerek, sürekli reddediyordu. Sonunda Bay Robinson dayanamadı ve 'Peki ne zaman olur?' diye sordu. Bayan Robinson da 'Şu komşunun küçük oğlu var ya... İşte o Ay'da yürüsün... İşte o zaman...' dedi. Yıllar sonra ne için tartıştıklarını idrak ettim. Bay Robinson Bayan Robinson'dan kendisine oral seks yapmasını istiyordu..."
16 Haziran 2008 Pazartesi
"GÜRAY ABİ"
10 Haziran 2008 Salı
10 Haziran 2008
Sevildiğim kadınları bir kenara ayırıyorum. Arkeologlar henüz tam bir dizin oluşturamadılar... Yalvardığım kadınları bir kenara ayırıyorum. Çünkü sesim, yalvaran sesim evrende bir yerlerde dolaşıyordur hala...
- Sen hiç yalvardın mı?
- Defalarca...
- Ben de...
- Ne gereksizmiş değil mi?
- Bilmem... Çoktan unutulup gitmiştir zaten!
- Ya da farkına bile varılmamıştır...
5 Haziran 2008 Perşembe
GÜNLÜKLER
"Bu günü beğenmedim. Erken yatalım." demişti. Gidip balkona kaçmıştın; çıplaklığını oracıkta bırakıp, ıslanmaya hazır o kadının. Gidip bir paket sigara içmiştin. Tek bir kibritle bütün paketi bitirmiştin. Ucuca eklediğin neydi ki öyle sabırsız?..
Nisan
"Aşkı..." demiştin, "Bir bina yapar gibi tanırım..." Evvel zamandı... Unutmuş da olabilir... Şimdi kaçak katlarını yıkmaya çalışıyorsun belediyeden önce...
Temmuz
Hiçbir düello davetini kabul etmedin. Kendinden utanmalısın!..
2 Haziran 2008 Pazartesi
Sen gittiğinde ben orada olucam!
Emre Gürdal, Kayıp.
NEŞRİYAT HATIRALARI
Özgür'ün düğünü için Edirne'ye gittiğimde;Özgür'ün, o güne kadar tanışmadığım arkadaşlarından biriyle karşılaştım... Özgür'ü Fethiye'den tanıyan biri. Ama bizim Eskişehir hatıralarımızın ilk yarısında o da Eskişehir'de öğrenciymiş. O zamanlar tanışmamış olmamız ilginç...
Ne oldu ne bitti bilmiyorum ama bir şekilde laf Kayra'ya geldi. "Aaa. Ben okudum onu." dedi, yeni tanıştığım arkadaş,"Hele bir kapağı vardı...Hiç unutmam! Adam elinde şeyini tutuyordu..." Bu konuşma 2008 yılının Mayıs ayında yapıldı. Elinde penisini tutan o adamın kapağında olduğu sayımız ise Mart 2001'de çıkmıştı... İlk sayımızdı!
İlk sayının kapağı konusunda hiçbir tereddütümüz yoktu. Yusuf da, Onur da, ben de Nazım'ın çizdiği o kapağın altına imzamızı atmıştık. Sonraları, her kapakta en az bir penis olunca zaman zaman mızmızlandığımız oldu... Nazım sonunda bizi şaşırttı ve penissiz bir kapağa imza atarak Kayra'nın anlamını penis sananların da aklını karıştırdı...
Yıl '98. Deliler gibi aşığım... Sevgilime şiirler yazıyorum durmadan. Ama o her seferinde, utana sıkıla hatta rahatsız olarak okuyor şiirleri... Sonunda ağzındaki baklayı çıkarıyor:"Ne zaman bu şiirleri okusam gözümün önüne kızıl saçlı bir kız geliyor..." Sevgilim tabii ki kızıl değil...
İlerleyen aylarda; sıkkın pıkkın yanıma geliyor bir gün..."Şeyy..." diyor,"Senin adına bir söz verdim..."
Dershanede bir kızın Kybele okuduğunu farkediyor. Ben de Kybele'de şiirler yayınladığım için merakla kızın yanına gidiyor. "Merhaba." diyor,"Kybele mi okuyorsun?" "Evet." diyor diğer kız. "Kimleri seviyorsun?" diye soruyor sevgilim. Kız hiç düşünmeden "Güray Onok" diyor...Hafif yüzü kızarıyor sevgilimin. Söylesem mi söylemesem mi diye düşünürken, ağzından çıkıveriyor birden "O benim erkek arkadaşım." "Hadi ya..." diyor diğer hatun. "Ben ona hayranım. Benimle tanıştırır mısın?" Sevgilim de kıramıyor kızı "Tanıştırırım" deyiveriyor...
Bunu bana söylediğinde uzun uzun gözlerine bakıyorum. Çünkü; bu işin altından, başıma bela almadan çıkabilme olasılığım ne kadar, merak ediyorum...Evet. Kesinlikle bundan yana değil..."Yok." diyorum,"Ben sevmem böyle şeyleri..." Israr ediyor, kıramıyorum...
'Bari' diyorum,'Çirkin bir şey çıksın da...Başım derde girmesin.' Kıskançlık krizleri, yeni yeni buluşmalar...Aman bir de, o da şiir miir yazıyorsa, yandık...
Bir gün dershaneye bırakırken sevgilimi kızla da tanışacağım...Dışarıda bekliyorum. Çağırıp gelecek... İkisini kapıdan çıkarlarken görünce başımdan aşağı kaynar sular boşalıyor... 'Hayalindeki kadını tarif et.' deseler... Aman allahım! Ben bile bu kadar güzelini hayal edemem... Kıpkızıl saçlar, bembeyaz bir ten, omuzlardan boyna doğru çıkan tek tük benler, yüzde belli belirsiz çiller, kiremit rengi dudaklar... O da ne!? Gözler yemyeşil... Bozuntuya vermeyeyim derken kıza tam snobluk yapıyorum... 'Ne yapıyorsun salak?!' dese de içimden bir ses, ben kasabın ciğerine hayran hayran bakan bir kedi değilim... N'apıyım? Aşığım işte... Hayallerimin kadını bile sevdiğim kadını kırmama neden olamaz... Akşam çıkışta alıyorum sevgilimi... Gözleri ışıl ışıl... "Neden o kadar soğuk davrandın ki!?" diyor ama içindeki kadınlık gururu yeni cilalanmış bir araba gibi parıldıyor...
YILDIZ YAĞMURU
Sabaha karşı kapı çaldı... Uyku sersemi kalkıp gittim. Kilidi açmış, kapıyı aralıyorken "Lanet olsun!" dedim, "Ya bir katil ya da hırsızsa...?" Hırsız niye kapıyı çalsın ki? Hem kim öldürmek ister ki beni... Annem hep derdi oysa: "'Kim o?' demeden, kapıyı açma!" Yine 'Kim o?' demeden kapıyı açmıştım işte... Neyse, olacak olanın önüne geçilmez...
Kapıyı açana kadar otomatik sönmüş. Karanlıkta, birinin ağzındaki sigaranın aydınlığı ve onun gücünün yetebildiği kadar yerin belli belirsiz görüntüsü vardı. Kapının hemen yanındaki aparattan otomatiği yaktım. Veli, uykusuzluktan çökmüş gözleri ve dağınık saçları ile karşımdaydı. Hiçbir şey demeden beni kenara itti ve içeri girdi. Kapıyı kapatıp peşine takıldım. Koridor boyunca ileri geri bir kaç volta attı. Ben de uyku sersemi, salak salak onu takip ettim... Sonra, bir anda kendime geldim ve: "Amcık herif! Gecenin bu saatinde geliyorsun ve ayakkabılarını bile çıkarmadan koridorumun yolluğunda volta atıyorsun... Anlasan yıkatırdım ya sana bunları... Neyse... Git çıkar ayakkabılarını!"
"Abi hiç sorma!" dedi... Boş boş ayakkabılarına baktı bir süre... Eğildim ve bağcıklarını çözüp ayağından çıkardım. Uslu bir çocuk oldu ve ayakkabılarını çıkarırken sırayla ayaklarını kaldırıp bana yardımcı oldu... Bu, sakinleşmemi sağladı biraz... Gidip düzgünce ayakkabılığa bıraktım ayakkabılarını...
"Gel içeri geçelim." deyip salonun ışığını açtım; o, salonun kapısından girene kadar kapıda bekledim... Geçip koltuğa oturdu. "Yeterince olmadın galiba sen..." dedim, "Şarap var, biraz da viski..." "Viski." dedi... "Kör edenlerden ama..." dedim...
Umrunda değildi... Gidip mutfaktan dandik viskimi alıp geldim... Şişeyi Veli'ye uzatıp karşısındaki koltuğa oturdum. Bardak falan istemeyeceğini biliyordum zaten. Kapağını açıp şişeyi dikti... Suratını ekşitip, "Amına koyayım!" dedi, "Bari tadı güzel olanlardan alsaydın."
"Geçen ayın kirasını ödeyebilirsem, alırım."
Veli, yeniden 'Abi hiç sorma!' diyene kadar yaklaşık yirmi dakika sessiz sessiz oturduk. Daha doğrusu; o, boş boş tavandaki avizeye bakarken, ben uyukladım...
"Abi hiç sorma!"
"...."
"Nerdeydim biliyor musun?"
"Bilmiyorum. Neredeydin?"
"Zeyneplerdeydim...."
"Bütün gece mi?"
Duvardaki saat gözüme ilişti. 03:15... Yani yaklaşık olarak... Uyku dolu gözlerle yelkovanın tam yerini kestiremiyordum...
"Eee..." dedim, "Neden sabahı orada etmedin?"
"Abi hiç sorma!.."
"Tamam. Anlatmayacaksan... Ben yatayım..."
"Yok. Dur! Fuat'a gidelim...Hadi!"
"Oğlum manyak mısın? Bu saatte..."
"Bir şey demez..."
"Yok. O buraya gelsin o zaman. Arayalım da... Şimdi Tuğçe falan vardır yanında... Belli... Sen bir haltlar karıştırmışsın. Ayıp olur kıza...."
"Tamam. Ara sen Fuat'ı... 'Gelsin... Yoksa gidip dağıtırım orayı...' Öyle söyle..."
"Tamam. Tamam..."
Fuat'ı aradım... Bir saati buldu gelmesi. Çünkü, gelirken bira almasını söylemiştik... Açık bir yer bulması zaman almış... Ellerinde iki siyah poşeti tangırdata tangırdata geldi... Hava soğuktu ama balkona bir masa kurup yıldız yağmurunun altında, ilk ikişer birayı içerken sesimizi çıkarmadan, kayan her yıldızla birer dilek tuttuk... Sonra, dileklerimiz mi bitti yoksa Fuat bu sessizliğe daha fazla dayanamadı mı bilmiyorum ama:
"Bira getirmem için mi uyandırdınız beni?" dedi.
"Abi hiç sorma!" dedi Veli...
Papağan gibi tekrarladım: "Abi hiç sorma!..."