26 Kasım 2009 Perşembe

Akıllı Ol!

Ede bi yat da, kolaysa adın orospuya çıkmasın! Biad et ki, seni kuma alayım...

23 Kasım 2009 Pazartesi

LOLİPOP

'Yaşamalanlarımızda bizleri rahat bırakın' mı diyordu şarkı? Yaşamalanlarımızda polisler bizleri rahat bırakmadı. Adonis'in itiraf ettiğinden(sana itiraf ediyoruz ra / gök polislerindir) çok daha fazlası ve daha da fazlası ve hep çok daha fazlası... Devletin memurlarına dil uzatmıyorum, yazıktır, onların tek derdi ekmek parası... Polis akılda tutunan bir akıl tutulmasıdır. Yani mecazı anlamayanın mermere küfrü basması. Biz biraz daha fazlasıyız sizlerden ve asla sizin kadar olamayacak hint fukarası...

Sahi ben niye kolaya kaçıp da bir kısım sülalenizle yetinip kurtulmuyorum bu yükten?! Yok, yok! Kurtuluş aklın teslimidir ancak ve akıl benim can düşmanımdır, en yakın arkadaşım... Sürülecek yer kalmayınca ve bizler ısrarla sürüye katılmayınca, cümle cemaat bizi de gütmeye başladılar ve bizler de angut olduk, katılmadığımız sürüler gutenberg!.. Anla diye anlatmıyorum ki, oku ve geç...

'Aptalsanız farkında değilmiş gibi yapın' yazıyordu nevada vaktiyle yalıkavak masalarında, marangozlarla içerken okumuştum. Şimdi lolipop babam buralar... Neyse, dangalaklık bende kalsın!.. Evlat olsam başım okşanmaz!.. Gelin kıçıma bir tekme de siz atın... Lolipop beyim, paşam bu günler... Ooooo, daha neler neler... Gelsin de başımıza gidip mekanları pohpohlayalım...

15 Kasım 2009 Pazar

ETİKETLER

Çok sonradan başladım yazılarımı etiketlemeye. Bu yüzden biraz, biraz da geçmişte huy edindiğim arada bir yayınlanmış yazıları silme alışkanlığından, pek çok kişi ve konu üstüne ya hiç yazmadığımı ya da yazdıklarımı yayından kaldırmış olduğumu görüyorum.

Örneğin "John Fante" diye bir etiket yok, Jim Jarmusch üstüne neredeyse hiç yazmamışım. Jacques Brel az da olsa görünüp kaybolmuş. Paul Auster üstüne çok az, Lukas Moodysson üstüneyse hiç yazmamışım. Reşat Nuri sadece bir alıntı olarak var, Halid Ziya da sanırım öyle...

2006 ocaktan bu yana, yani en başından beri buralarda dolanan kaç okurum var bilmiyorum ama 2006 ocak ayına o kadar kıymamış olsam da, şubat ve martı neredeyse tamamen yok etmişim. Hep iş ahlakımla övünürüm ama blog yazmayı iş görmediğimden olsa gerek 'saldım çayıra mevlam kayıra' şeklinde süregitmiş bu blog...

Eee, değişecek mi peki? Hiç sanmıyorum! Belki biraz, o da vakit bulabilirsem, hakkı yenmişlere iade-i itibar düşünüyorum.




10 Kasım 2009 Salı

İLHAN BERK

Şiirle birşey olunacağından değil de, şiire birşey olmasın diye, kendimi bildim bileli uğraşıp durdum şiirle. Şair olmak hevesini ne tam yaşayabildim ne de sıyrılıp kurtuldum ondan.

Yıllarca sevemediğim bir adamı birdenbire anlayıverince netleşti herşey. Yanlış da anlamış olabilirim!.. Bu hiç önemli değil.

Dışımdakilere birşeyler anlatabilmek şehvetini ve ukalalığını bir kenara bırakıp içimdeki denizle dalgalanmaya başladım. Huzur içinde yat İlhan Berk...

8 Kasım 2009 Pazar

İÇİMDEKİ KABA SABA ADAM: LOU REED!

- Açın gözlerinizi amcalar, teyzeler
size pipimi göstericem!



...hayata ve her şeye karşı, hep beraber büyüdük. çocukluğun sakinliğinden bunca zamandır çıkamamamızın sebebi buydu. hiç giyinemedik ki, soyunalım, soyduralım yanlarımızı... dik miydi, dik mi denk geldi başlarımız seyrine vakitsizliğin..? bilme ey kendine bilge diyen şarlatan! varız ama sayma bizi, pergellerin kuşatamaz istese bile çaresizliğimizi!

kendimi gülünç bulmazdım hiç ama öyle çok güldüler ki bana, alıştım ve gülünç bulunmakta küçük düşürücü hiçbir yan bulamadım. o halde, hep beraber gülelim!.. daha yüksek! daha yüksek! ve sekerek sekerek geçelim, bulanmayalım çamuruna zaten bu kadar kirliyken...


o orospuların hepsini sevdik, çünkü arkadaşlarımızdı çocukları ve bu yüzden parayla almadık ve ne de ödünç, gecelerden, o tertemiz ahhh!ları ohhh!ları... buyurun, buyurun sizde...

ne diyordu o emekli şair: "basit bir açıklaması var intiharımın: artık sizi sevmiyorum!" sevmedim sizi hiç.

önce eğlenceli, sonra tuhaf, en nihayetinde kaba adamlara dönüştük hiç değişmeden. kuyruk rüzgarımız güçlüydü, erken vardık bu yüzden her limana ve bu yüzden, hep boşa çıkartıldı ümitlerimiz... aldırmadık!

işte yeniden havalanıyoruz ve nereye gittiğimizi size söylemeyeceğiz...

nasılsa göreceksiniz bir gün...




"you keep hangin' round me
and I'm not so glad you found me
You're still doing things that I gave up years ago"



3 Kasım 2009 Salı

ZALİM YILLAR

Bir süre önce çocukluk arkadaşlarımın birinden bir mektup aldım. "Büyük bir yazar oldun mu?" diye soruyordu. Bundan onbeş yıl önceydi. O zamanlar, çoktan büyük bir yazar olmuştum da devasa bir yazar olmayı bekliyordum ortaya çıkmak için. "Kaç kitabın var şimdi?" diye soruyor. Hayır, dalga geçmiyor. Kitaplarla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur onun. Cevap yazsam ve sıralasam olmayan kitaplarımı, farkına bile varmaz. Merak edip gidip almaya kalkmaz. Neyse... Zaten mektup da değildi yazdığı. Ben öyle olmasını isterdim. İstedim ve öyle oldu...

Birilerinin aklına gelmiş olmak bile güzel aslında. "Neden kitap yazmadım?" başlıklı bir manifesto yazdım ama hemen yırtıp attım. Otursak, iki kadeh tokuştursak karşılıklı; neden yazmadığımı mı anlatacağım sanki ona. 15 sene önce, burnumun dibini bile göremezken, ne kadar da küstah olduğumu mu anlatacağım... Hayır! Muhtemelen gece boyunca Fenerbahçe, Galatasaray, Türkiye Süper Ligi konuşacağız. Arada ekonomiden bahsedecek o. Sonra, çakırın yanına keyf denk düşünce, gidip taze ithal mallarla düşüp kalkacağız. Bizimle yattıktan aylar sonra, Kanada ya da Amerika'daki erkeklerle düşüp kalkıyor olacaklar onlar. Yıllar sonra, doğu blokunun yeni iş kadınları olarak geçecekler gözümüzün önünden... Amaaan sen de!...

Cevap olarak şöyle dedim: "Ben büyüdüm, içimdeki yazar küçüldü..."

Daha orta okuldayken, gazetelerin magazin eklerindeki bazı kadınlarla düşüp kalktığını söyler, fiyat listesi çıkarırdı. O kadar paraya değiyor mu diye sormuştum. Büyük paraydı gerçekten. Aslında sallıyor da olabilirdi.


Mail bile değil. İnternetin bize sunduğu bir hediyenin - ki birine faydası olduğunu da görmüş değilim, bu sebeple hediye midir gerçekten, emin değilim- sayesinde yazdığı bir kaç cümle yalnızca... Büyük bir yazar oldum mu? Yazar oldum mu?.. Bunlar önemsiz konular... Olmaya çalışsaydım, belki birkaç adım atardım ama yeltenmedim hiç. Ayağıma gelmesini bekledim fırsatların. Bak! Yine yalan söylüyorsun... Denedim ama beceremedim. Olmadı... N'apalım... Dünyanın sonu değil ya...

Neden yazar olmak istedim? Yani öylesine değil, büyük hatta devasa bir yazar... Bir kızı seviyordum ve onu elde edemememin en garanti yolu buydu... Mucizeler mucizeleri kovalasa bile zalim yıllar çok çok uzaklara savuracaktı zaten bizi... Ona kavuşamamanın tek yoluydu o zamanlar bu... Kıt bir hayal gücüm vardı ve aklıma sadece bu geldi... "Ben sizi çok sevmiştim bayan..." diyebilmek için bir gün umuma açık bir yayında; büyük, devasa bir yazar olacaktım. Adına ithaf edecektim en büyük yapıtımı ama içinde o olmayacaktı. Adı da değil ve ne de adının baş harfi... İlk ve son harfleri atıp kalanlardan birini seçecektim ve "G'ye..." diyecektim mesela ya da "Ü'ye..." Elime fırsat geçerse, herkesin gözünün önünde gözyaşlarımı akıtarak anlatacaktım aşkımı ama hiçbir kitabımda bahsetmeyecektim. "Bunları neden yazmadınız, yazmıyorsunuz?" diyenlere gülümseyecektim "Yazmalı mıyım sizce?.."

İÇİMDEKİ KABA SABA ADAM: LOU REED






















- Açın gözlerinizi amcalar, teyzeler

size pipimi göstericem!




I...


Benim kadar ya da benim gibi seveni var mıdır, bilmiyorum. Baudelaire'i şuraya koy, Modigliani'yi şuraya, Henri Gaudier-Brzeska'yı da şuraya... İşte tam da burada Lou Reed! Ergenliğimden ermişliğime(!) giden yolda en önemli duraklardan biridir...
Eskişehir semalarına NewYork semalarından getirip kondurduğum, çoğunu güldürdüğüm, kimini sevindirdiğim... Bu coğrafyadaki bir çocuğa gerçekten ne söylemiş olabilir?.. Erkin Koray John Lennon'ı anlatır da ben bunu kimseye anlatmam...

Puştluk değil mi, bende kalsın...


"...you keep hangin' round me..."




1 Kasım 2009 Pazar

Yanımıza alamadık... Yoktu çünkü delik ceplerimizde taşıma imkanımız!

Belli bir tarihten, belli bir başka tarihe kadar parantez içlerine aldığımız herşey ve onların zaptedemediğimiz yanları, dalları... Süresiz ama belirgin tarihlere mahkum budalalık kaçamakları... Adlarımızı silip yerlerine şarkılar, mısralar koyma uğraşları... Sonra, adlarımızı geri kazanabilmek için elden çıkarmak zorunda kaldığımız onca bilinçaltızenginlikleri...

O gün, biri birilerini gerçekten sevmiş olsaydı; bugün, dünya başka bir güneşle aydınlanacaktı... Olmadı! Olmadı! Varsın olmasın... Susalım ve bu sessizliğe inanmayanlara kırılalım...

"Aslında..." diye başladığımız her cümlede darağaçlarına çekeduruyoruz o güzel gençliği... Sıkıldığımız herşeyden vazgeçtiğimizi söylemek öyle boş ki!..