30 Temmuz 2009 Perşembe

günlükler

"12 mart perşembe;

1'im...

Dışarıda yağmur yağarken, kahveye sarılıp sana uzatıyorum düşlerimi.Üşür gibiyim ama sıcaklığın kalbimde atıyor.Seni özlemekle oyalanmaktan vazgeçeceğim yok.Senin beni özlediğinle acımaktan. Konuşmak istiyorum ama sesimi titreten kederim, şımarık bir çocuk gibi ezip geçiyor içimdeki çekingen mutlu çocuğu...

Hayat, şımarttıkça şımartıyor o kederi.

Ama meraklanma!

Çocuğum mocuğum demeyeceğim çakacağım bir gün suratına şamarı.

Seni seviyorum..."

günlükler

"14 mart cumartesi;

ikim...

Gidip geliyorum, gidip geliyorum. Anlamanı bekleyecek, isteyecek kadar ileri gitmeyeceğim. Seni kırıp paramparça ederken sevgim, çareler arıyorum ısrarla. Azıcık sabret... Ben çare/ler bulana kadar umutsuzluğun verdiği infaz kararını beklet..."

24 Temmuz 2009 Cuma

ŞİİR ANAHTARDIR

İbrahim Öksüz'le konuşuyorduk, Hakan Uygun'un bir sözünü aktardı bana: "Şiir ölmedi ama pis kokuyor!" Bu sözün dolaylarında; imgeden, anlamdan, konudan, dertten, teknikten konuştuk. Geçmişle bağının kopukluğundan yakınılan günümüz şairlerinin nasıl da (farkında olmaksızın) birer divan şairine dönüştüğü çıktı ortaya. İmgelerin ard arda dizilişinin bir anlamın, bir konunun, bir derdin sınırları içine giremeyişi; sadece söz sanatından ibaret, zenginlik içinde yoksulluk, bir parasıyla rezil olma durumu...

Şiir hakkında her dönemde "Şiir öldü!" "Şiir ölüyor!" "Yarın öğle namazını müteakip şiirin cenazesi kaldırılacak" türünden asparagas haberler yapıla gelmiştir. Bu tür yalancılıkların kaynakları da genellikle şiire tutunamamış, başka yollardan kapılar edinmiş (%99 Zeki Müren kapısıdır bu kapılar) düz adam ve kadınlardır... Haddimize hadsizlik ettirmemek amacıyla konunun bu kısmını bu kadarla bırakalım şimdilik...

Şiir ölmez! Ölemez... Şiirin sonu insanlığın sonudur. Geriye bir tek sanat kalacaksa o da şiirdir. Tüm sanatların cenazelerini görecek tek sanattır o. Ne kadar kenara itilse de, asıl yeri kenarlar, uçlar olduğu için şiirin sadece ömrü uzar. İnsanın kalbine giden en kısa yoldur şiir. Kalbin kapısı değildir ama! Şiir anahtardır. Kapılar açar... Hangi kapıyı açması gerektiğini bilmeyen, kapılar açmaya cesareti olmayan hemen kurtulmaya çalışır anahtardan. O kurtulur, bir başkası kurtulunmuş o anahtarla hayatını kurtarır...

Ne kadar pis koksa da, ilk yağmurda filintaya dönen bir sokak çocuğudur o... Bu sebeple, onun için üzülmeyelim!

...

Kimim bilmiyorum geldiğim yeri
Saçlarım uzamış, çökmüş yanaklarım
Kokuyor ciğerlerimdeki küf
Hafızamdan taşmış hayat
Kurtlanmış yaralarım
Çürüyen bir et parçasıyım
Bağlanmış paslı zincirlerle
Bilmiyorum kimin için tehlikeliyim
Kapıların kilitli, camların demirle perdelendiği
Bu ortaçağ tımarhanesinde
Uyanıyorum aniden ve
Sigaraya uzanıyorum
Çağırır gibi yardıma
Çocukluğuma ellerimle gömdüğüm birini



Niye bilmiyorum yıllar önce
Fırlayıp gittiğimi evimden
İpini koparan bir köpek gibi
Çılgınca koştum aklımın sınırlarında


Soğuktan morardığım bir geceyarısıydı
Asla incitmemek için hakikati
Yırtıp attım verdikleri haritayı
Doğruydu yollarda kaybolduğum
Yıktım durmadan kurduğumu
Ne zaman azcık umutlansam
Doğruydu kadınlara vurulduğum


Ben işlenmiş bütün suçları
Hep üstüme aldım giderken
Yalanları, arızaları ve yanlış anlamaları
Ve galiba, hep kaldım kuytu bir yerlerde
Hiçbir zaman unutulmayacak
Kötü anılar gibi

Emre Gürdal

14 Temmuz 2009 Salı

14.07.2009

Şiirle bir şey olunacağından değil de; şiire bir şey olmasın diye, kendimi bildim bileli, uğraşıp durdum şiirle... Şair olmak hevesini ne tam yaşayabildim, ne de sıyrılıp kurtuldum ondan. Şiirin ne olduğunu, hayatın, hayatımın neresinde durduğunu anlamaya çalıştım. Hasta ve sevdalı bu çocuğun kendine devalar aradığını sandılar, ama hiç de öyle değildi. Bayrakları çoktan açılmış bir savaşta saf tuttum safça, tek yaptığım buydu...

Şiirden önce, başka bir şeyi öğrenmeye adasaydım çocukluğumu, böylesine sakin olabilir miydim? Cevaplara sorular aramaya hiç gerek yok! Kahrolsun felsefe (!)

Şiirin yalnızlığına üzülmüyorum artık. Yalnız ergenlerin ve sevdalıların çekingenliklerinde nefes alabilmesine de... Ben bu yoldan yürüdüm ve buraya geldim. Kendi adıma memnunum...

8 Temmuz 2009 Çarşamba



Düşlerimin ve heveslerimin akla uygunsuzluklarına gülüp geçti hep tanıdıklarım. Düşler ve hevesler... Yani küçücük şeyler... Miniminnacık kehanetler...


Kaderimin peşinden koşuşumun her türlü gülünçlüğünü kabul ediyorum. Başkaları ne derse desin de; ben, onları, üstüme epey yakıştırıyorum.

Bu 'aşk' ilk ne zaman düştü yüreğime? Yıllardan '92, aylardan aralık. Öyle üşümüştüm ki, asla unutamadım. 16 yıllık bekleyişim -aptalca peşinden koşmaları bir kenara bırakırsak- ve nihayetinde, rastlantının o harikulade güzelliğiyle varılan, vurulan, yüz sürülen o sakin kıyı... Ahh! Biliyordum onca acının bir sebebi olduğunu...



6 Temmuz 2009 Pazartesi

* * *



yazınca konuşmuş sayılmaz ki insan

harflerin sesi yoktur

kağıdın üstündeki herşey cansız


Güray ONOK