28 Şubat 2008 Perşembe

Bir Gün Öyle Olağan...

Bir gün öyle olağan öyle kendiliğimden
Susacağım.

İnsanlar doluşacak içime o zaman
Şarkılar, rakılar, barlar, pavyonlar
Pavyon turşusu küçücük adamlar
Ve o adamların karıları ve çocukları
Ve daracık sokaklarındaki milyonlarca
Küçük ayrıntı
Gerçekten özlediklerim dolacak içime
Özlemek nedir bilmediklerim
İçine girip girip çıkmayı bilmediğim
Türlü türlü dert
Dolacak ağırlaşacağım
Kalbim ağırlaşacak ve aksaklığı
Daha da alacak aklımı
Kendimden hastalanacağım...

Midemi yıkayacak doktorlar
Orada ben yokum ki
İyileşemeyeceğim
Bu beni kötü biri yapmayacak ama
Belki biraz daha aksi
Belki biraz daha ihtiyar
Nüfus cüzdanımı çıkarıp bakacağım
İşte onbeş yaşım, işte bu annem, bu da babam
İşte bu da doğduğum gün, ay, yıl
Şundan şunu çıkarırsan
İşte bu da yaşım
Yok değilmiş daha vakti

O gün öyle olağan öyle kendiliğimden
Konuşacağım
İnsanlar çıkacaklar ağzımdan
Şarkılar, rakılar, barlar, pavyonlar
Şu adamın kızı, bu kadının nazı, şu sokağın
Sabahı, öğleni, akşamı,
yazı, kışı, ayazı
Yuttuğum lokma kadar
Kusacağım...

Güray ONOK


27 Şubat 2008 Çarşamba

YENİ BİR GÜRAY ONOK ŞİİRİNİN İLK EMEKLEMELERİ

Dünyayı değiştirmek isteyen çocuklar şiire sarılırlardı
Şiir, açık saçık giyinen ahlaka mugayyir
Taze açmış kadınlardı ve koklanmak istiyorlardı onlar
Sabahlardan akşamlara kadar, akşamlardan sabahlara
Ama onlar hala kendi gözleriyle bakıyorlardı dünyaya
Hiçbir limana bağlanmadıkları hissiyle, açıklardan
Mavnalarla taşınıyorlardı gümrüklere
Gümrük memurlarına elletip yumuşacık yerlerini
Şehre kimliksiz yabancılar olarak çıkıyorlardı



Orospuların bazıları da vergiden muaf sevişiyorlardı
Ama kimseyi bunun için suçlamamalı
Belki azıcık yani yüreğiniz el verdiğince yadırgayabilirsiniz
Ki o yetinmez sizin onaylamayan bakışlarınızla
Yanınıza sokulur ve kokusunu salar
Bedeninizi çepeçevre sarar o koku, sokulursunuz
Sonradan pişman olmamak için en baştan olursunuz
Oysa pijamalarını çıkarıp sevişmekten daha güzel ne olabilir
Bunun üstüne kafa yormanızı isterdim
Ne yazık ki ben
Artık o alıngan kırılgan yanılan çocuk değilim
Bedenimdeki deliklerin hiç yoksa yarısını kendim açtım
Ruhum hava alır sanıyordum
Birileri öyle söylemişti
Düpedüz kandırıldım

Güray ONOK


26 Şubat 2008 Salı

EĞER BİR GÜN ESKİ SEVGİLİ OLMAYI ÖĞRENİR VE BECEREBİLİRSEM KURBAN KESECEĞİM MEVLİT OKUTACAĞIM HAYRAT YAPTIRACAĞIM!!!

[ Bir zamanlar yüreğinde yer ettiklerim...
Yani benim, o hiç bana benzemeyen resimlerim!
Bir yere dalıp gitmişken çekilirler en çok...
Güray'ın bedenini, tanıdıklarını ve bildiklerini
terk ettiği o anlardan birinde. İlla birilerinin
ilk ya da sıradan kaçıncıysa işte, aşkı olur
çıkarsın bir şekilde.
Kazara sevdiğin kadınlara mı benzersin onlarda?.. ]

Diye başladım cümleleri ard arda dizmeye. Sonra, "Yahu niye sinirleniyorsun ki durduk yere?" dedim kendi kendime..."Hem kabahatin büyüğü de sende!.." Diyelim sinemaya gittin; film bitti, jenerik aktı, herkes kalktı gitti. Bir senin haberin yok filmin bittiğinden...Yer gösterici uyanmasa, temizlikçiler atar di mi seni dışarı?! Eee...Bu sevdalardan kim atacak peki seni?

"Evet. Evet. Bunun için birini tut! Tam sana göre bir çözüm..."

-Evet. Neler yaptınız daha önce? İş tecrübeleriniz...
-.....
-Biz daha çok emekli gardiyan, infaz memuru, terörle şube polisi, hortum süleyman'ın tedrisatından geçmiş birine bakıyoruz...
-.....
-Tabii. Kendinize güvenmeniz güzel. Beni eşek sudan gelinceye kadar döver misiniz?
-.....
-Evet. Evet. Şimdi. Bu da iş görüşmesinin bir parçası.



-Elinize sağlık. Valla iyi geldi. Maşallah! Eliniz de pek ağırmış...Size ilk sıralarda olduğunuzu şimdiden söyleyebilirim...Biz sizi ararız. Geldiğiniz ve dövdüğünüz için çok teşekkür ederiz...

24 Şubat 2008 Pazar

BİR ŞİİR ve HAYAT OKULU OLARAK KYBELE !

Blogumun artık sloganı mı denir, yoksa önsözü mü.. Her neyse...Hani yazıyor ya biraz yukarıda: "ŞİİR KANIMA KARIŞTIĞINDAN BERİ..."

İşte bu sözün Türkçe'si "Murat Öksüz'le tanıştığımdan beri..." ya da "Kybele ve Murat Öksüz'le tanıştığımdan beri..."dir. giriş bölümünü uzun uzun anlatmıştım zaten. Sonrasına değinmemişim pek...Zamanıdır diyelim ve başlayalım.

Arada feyk atar duygusal bir adam gibi görünürüm ama pek de beceremem duygusal olma meselesini...Hayatımda en duygusal yaklaştığım şeylerden biridir Kybele. İlk şiirim. İlk düşlerim...Bu sebeple kekeme olmaya mahkum bir yazıdır bu.

Bir gün hatırlıyorum. Murat'ın iş yerine uğruyorum. "Ne yapacaksın şimdi?" diye soruyor. "Eve gideceğim." diyorum.
-Ne yapacaksın evde...Sinemaya falan git!
-Param kalmadı ki!..
Cebine atıyor elini. Bir sinema bileti ve ardından da bir iki biraya yetecek kadar bir miktarı uzatıyor bana. Yıllardan 97 ya da 98..."2020'ye kadarki telifin bu! Ona göre..." diyor şakayla karışık...Bir hafta ya da on gün öncesinde Değer'den 100 mark almıştık. "Değer'den o parayı kopardın ya...Hadi 2010 olsun..." "Zaten verecekti o parayı" diyorum. Sahi Kybele'nin kaçıncı sayısı çıkmıştı o parayla?..

Bir gün daha. Bu sefer Eskişehir'den. Eskişehir'e düşmüş yolu Murat'ın. Porsuk'un kenarında bir yerde tavla oynuyoruz. 1-0, 2-0, 3-0, 4-0, 5-0...Parçalıyorum! Uzatıyoruz oyunu...6-0! 7-8-9 arasında bir iki oyun da Murat alıyor. Sonra 9-2 ya da 9-3'ten 12-9'a getiriyor durumu...Maçka Parkı'ndaki futbol maçını hatırlıyorum...Marco Materazzi'den daha çirkef bir savunma oyuncusuyumdur. Murat da rakip takımın 10 numarası. Maç bitiyor...Murat ve ben sanki bir kick box müsabakasından çıkmışız. Kollar paramparça, dizler paramparça...Sabahlara kadar king oynayışımızı hatırlıyorum. Tüm kartları sayıyordum...Kafa kafaya gidiyoruz çetelede...Saatler ilerledikçe kağıt sayamaz oluyorum ve yine mağlubiyet! Ama hep sonuna kadar mücadele..."Asla kaybetmek için oynama!"

Şiir Görgüsü'nü şiirden neredeyse hiç bahsetmeden öğretmiştir bana Murat Öksüz...Ne zaman karşılaşsak "Sevgilin var mı?" olur ilk sözü. "Sev oğlum!" der. Yaşamın yaşanmadıkça değersiz olduğunu öğretmiştir bana...Her ne kadar "en değerli yatırımı" olmayı henüz başaramamışsam da, bana kattığı değeri inkar edemem!

Ve daha çok çok fazlası var ama dedim ya kekeme olmak kaderi bu konu üzerine yazacağım her şeyin...Şimdilik kısa bir ara...Editörlerin Vezir-i Azam'ına şapka çıkaralım ve öyle koyalım son noktayı...

21 Şubat 2008 Perşembe

Her zaman yapılacak daha iyi bir şeyler vardır ama ben onların peşinden koşmam. Onüç yaşımdayken doktorum koşmamı yasaklamıştı. Sonra, muhtemelen, bu yasağın sona erdiğini bildirme gereksinimi duymadı ve ben, topal kalacağım korkusuyla, günden güne daha da ağır adımlarla yürür oldum. Kekeleyerek yürüyor ve zamanımın çoğunu bir yerlere geç kalmamak için uykumdan tasarruf ederek geçiriyordum.


Uyku akrep burcudur. Onunla ilişkinizde, eğer ona sadakatsizlik ettiğiniz gibi bir his uyandırırsanız, intikamını çok feci alır. Hiç ihtiyacınız olmadığı bir anda sere serpe yatarken karşınızda, peşinden koşmaya başladığınızda kaybolur ortadan. Nazlı ama kincidir. Üstelik affetmez ve asla, sizi yeterince süründürmeden terk etmez!

4 Şubat 2008 Pazartesi

TAHAMMÜL ve MÜSAMAHA

Başka biri için terk edilmediğim, sade 'vazgeçilen' olduğum ilk günden itibaren aşk ilişkisinde ustalaşmak konusunda heveslendim. Öğrenme biçimim hep 'bütün hataları en baştan tek tek yapmak' olduğundan; bu, ustalaşma hevesi ve gayretinden ziyade, yeteneksizliğin zirvesi olarak algılandı, dışarıdan ya da karşıdan bakıldığında...

Ben de sesimi çıkarmaktan imtina edip bir tür 'gizli görev'e atadım kendimi. Bir gün, birdenbire ve muhakkak, o ideal adam ortaya çıkacak! Ancak, bu vaad edilmiş biri olmayacak, vaad eden olacak. Yani, yeni bir yaşama ve yorumlama biçimi; o'nun varlığıyla, kendiliğinden doğup ilk adımlarını, ilk sözlerini, ilk gülüşlerini bulaştıracak yer yüzüne ve yeni zamanın yeni hastalığını sunacak insanlara ve sonra başka bir gün, birdenbire ve muhakkak, başka bir adam silbaştan yalanlayana dek beni, bu böyle sürüp gidecek...

"Zamane hastalıkları"nın en başında gelmiştir her daim aşk. Hasbelkader, nefes aldığımız bu zamanda da durum aynen böyle süre gitmekte. "Zamane adamları" ve "zamane kadınları" suyun içindeki balık gibi sudan habersiz ve balığın doğası gereği boğulma tehlikesinde olmaksızın yaşayıp dururlarken; benim gibi 'kara insanlar/ı', bırakın suyun içine karışmayı, arada sırada yüzmeye bile cesaret edemiyorlar. O halde, ya karadakilerin kendi yetersizlikleri içinde çoğalmaları gereksinimi vardır ya da sudakilere 'kara'daki hayatı vaad edip evrime teşvik etmek gereksinimi...Kim, hangi hastalıkla halvet olmak istiyorsa, elbette ki olabilir...

Benim seçtiğim yolsa, geçmiş zamandan bugüne; sızısı ve sızıntısı en az olandır. Tahammül ve müsamahanın şemsiyesi altında ıslanmaktır...Bunun da bir gün, bir tür "zamane hastalığı" olması olasılığı vardır. Bunun için, tüm özverim ve sabrımla suyun karanlığına karışmayı reddedip karanın aydınlığı ve kuraklığında dolaşmaya devam ediyorum. Tek güvencem, tek inancım, bir gün birilerine rastlamak!

Tabii, benim de bir balık olma olasılığım var; balık hafızam, balık düşlerimin rüyalarıdır belki de bunlar...Kimse bilmiyor!..