28 Ekim 2007 Pazar

HİKAYEM

Çocukken girip çıktığım evlerden, avlulardan bahsetmek istiyorum. İnsan içine karışmaktan çekinmediğim zamanlardan. Yağlı ballı ekmeklerden, domates ısıtmalarından, akıtmalardan, böreklerden, çöreklerden, şaraplardan, şıralardan, turşulardan, salçalardan, patlıcanlardan, armutlardan, kızılcıklardan, meşelerden, lalelerden, ineklerden, koyunlardan, tavuklardan, horozlardan, kertenkelelerden, kelebeklerden, aynalı sazanlardan, sığırcıklardan, sakalardan, leyleklerden, köpeklerden, kırlardan, bayırlardan, rüzgarlardan, yağmurlardan, yıldırımlardan, çeşmelerden, kaynaklardan, kazanlardan, fırınlardan, peçkalardan, cevizlerden, kiremitlerden, bacalardan, çatılardan, çamurlardan, samanlıklardan, bizden ve onlar’dan…

Hikayeme dürüst davranmak istiyorum. Casanova kadar olmasa da, olabildiğim kadar dürüst olmak istiyorum dün’üme. Tekrar tekrar başa dönerek, sürekli deniyorum bunu. Bir yerlerde, birilerini masalarda, sokak aralarında, balık avlarında, bayram koşularında, çeşme başlarında, çeltik tarlalarında, tilkilerin peşlerinde, evlerinin içlerinde unutup tekrar tekrar koşturuyorum en baştan. Herkesin ve her şeyin elinden tutmak istiyorum. Yetişmek istiyorum. Yetiştirmek istemiyorum. Pencereden bakınca, yine o nar ağacını görmek istiyorum. Babamın hep yapacağını söyleyip de asla belime takmadığı o kabakları belime takıp dereye atlamak istiyorum ve belki Küçükçekmece Gölü’nde ya da Saroz Körfezi’nde bir yerde kıyıya vurmak, yanılıyor olsam da emin olmak istiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder