20 Ocak 2007 Cumartesi

UĞUR MUMCU’nun ardından…

Uğur Mumcu benim Amerika’mdı. Kolomb gibi Hindistan’ın peşine düşmüştüm ve karşımda yepyeni bir kıtayı, Amerika’yı bulmuştum. Uğur Mumcu’nun öldürülüşünün ertesi günü sabah gazetesinde Hıncal Uluç’un köşesinde bir şiir görmüştüm. Başlığı “Hüzün ve Serseri” idi, yazarı da Charles Baudelaire. Hıncal Uluç Uğur Mumcu için koymuştu o şiiri köşesine ama onun da bilmediği Uğur Mumcu’nun benim ve benim gibi daha birçokları için Hıncal Uluç’a fısıldadığı idi o şiiri. Şiirle bulanan yürek kir tutmaz çünkü…

Şiirle bir süredir temastaydım ama şiir yazmak bir uğraş değildi benim için o zamanlar. Baudelaire’in Hüzün ve Serseri’si şiirin peşinden koşma tutkusu yaratmıştı bende. Hemen kitapçıya gidip Paris Sıkıntısı’nı almıştım. Devamında da Paris Sıkıntısı’nın her harfinde bulduğum ipuçlarını takiple özenli bir şiir hafiyesi olmuştum. Uğur Mumcu’nun bana imzaladığı formasıydı şiir. Yıllar içinde başka şeyler de edindim ondan…

Gazeteleri çok takip etmedim, bilinçli bir seçimle, Hrant Dink cinayetinin ardından. Belki de başka bir Güray Onok daha izlerin peşine düşmüştür bu sebeple, dilerim böyle olmuştur. Hrant Dink formasını birileri için imzalamış ve yaşadığı süre içinde bizlere bıraktığı bir şeylerin peşine düşecek birileri de vardır.

Kanla yazılmış bir tarihin içinden öfkeden çok iyi niyet ve hoşgörü ile dürüst bir insan olma çabasına girmiştim. Başardığımı ya da başarısızlığa uğradığımı söylemek için çok erken. Henüz 26 yaşına basmak üzere biri için bir şeyleri başarıp başarmadığından söz edilemez.

Her köşesinde binlerce yıldır sayısız pislik olan bu coğrafyada, tüm olan bitene rağmen güzel insanlar olacak hep. Varlıkları da yoklukları da kendi güzellikleri gibi güzel şeylere sebep olmaya devam edecek.

Derdini çok da dillendirmeyen bir başka azınlığın içinden güler yüzlü bir Bektaşi olarak selamlar olsun diyorum tüm güzel insanlara…Uğurlar olsun!..

HÜZÜN VE SERSERİ
Agathe, uçtuğu var mı ruhunun ara sıra,
Büyülü, mavi, derin ve ışıl ışıl yanan,
Bambaşka denizlere, bambaşka semalara,
Şu kahrolası şehrin simsiyah havasından?
Agathe, uçtuğu var mı ruhunun ara sıra?

Deniz, tek tesellisi günlük ıstırapların!
Acaba hangi şeytan veya hangi mucize
Her ulvi çalkanışta muazzam bir rüzgarın
Orguyla uğuldayan denizi verdi bize?
Deniz, tek tesellisi günlük ıstırapların!

Hey trenler, vapurlar beni buradan götürün!
Ne var gözyaşlarından çamurlar yoğuracak?
Ara sıra der mi ki Agathe’nin ruhu, üzgün,
“Nedametten, azaptan ve ıstıraptan uzak,
Hey trenler, vapurlar beni buradan götürün!”

Ne kadar uzaktasın ey mis kokulu cennet,
Ey, sadece sevincin, aşkın ürperdiği yer,
Ey her ruhun içinde boğulduğu saf şehvet,
Ey bir ömür boyunca gönül verilen şeyler!
Ne kadar uzaktasın ey mis kokulu cennet!

Ah o yeşil cenneti, çocuksu sevdaların,
O koşuşlar, demetler, o şarkılar, buseler,
İnildeyen kemanlar üzerinde dağların
Akşam, korkuluklarda şarap dolu kaseler!
Ah o yeşil cenneti, çocuksu sevdaların.

O bilinmez zevklerin yüzdüğü masum belde
Çok daha uzakta mı yoksa Çin’den, Maçin’den?
Beyhude bir arzu mu inildeyen dillerde,
Canlanan bir hayal mi billur sesler içinden,
O bilinmez zevklerin yüzdüğü masum belde?

Charles Baudelaire
(çev:Sait Maden)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder