16 Aralık 2006 Cumartesi

Eskiden, “seni seviyorum” diyen herkese inanırdım. Şimdi, “neden?” diye soruyorum. Aldığım cevapları defterlerime not ediyorum. Benzer bahaneleri sunanları gruplayıp üzerlerinde düşünüyorum. Sevilesi bir adam olup çıktığıma inanasım gelmiyor bazen. Komplo teorilerine, psikolojiye ve abuk sabuk şeylere bağlıyorum insanların beni sevmesini.

Sonra; sevmemiş, sevememiş olanları düşünüyorum, bir ara sevip sonra sevmemeye başlayanları. Yaptığım budalalıkların bedelleriydi bazıları, bazıları daha sevilesi adamlar, daha sevilesi şeyler bulup onların peşinden gitmişti.

Hayat bir oyundu ama onlar birer oyuncak değillerdi. Oyuncuyum demektense oyuncak değilim demeyi seçenlerdi.

Hayalperest, kaba ve kılıbık olmakla da suçlanmıştım. Kılıbık olmak dışındakiler biraz abartıydı. Ben de herkes kadar kaba, herkes kadar hayalperesttim. Hepimizin içindekiler hemen hemen aynıdır zaten. Bizi birbirimizden ayıran içimizdekileri sergileyip sergilemediğimiz ya da sergilerken kullandığımız üsluplardı.

Sıkıntıyı sıkıntılar içinde yaşayan biri olmadım hiç. Güneşin tekrar doğmayacağını hayatımda sadece bir gece düşündüm. Sonra güneş doğdu ve bunu da doğru çıkmayan öngörülerim arasına ekledim. Göz yaşlarımı silip halime güldüm. Evden çıktım, bir fanatik aldım ve bir börekçiye gittim. Kahvaltı ederken puan cetveline, evvelki günün at yarışı sonuçlarına ve o günün galoplarına baktım. Kahvaltımı bitirip okula gittim ve hayat bildiği yoldan akmaya devam etti.

Onca yoldan geçip paçalarımı bunca kirletmişken eve dönüp annemin beni hala sevdiğini ve paçalarımdaki çamurları temizleyebildiğini görünce sevindim. Sonra bir kadın çıkıp geldi ve hayatımdan bir parça istedi; “al” dedim, “zaten sana ayırmıştım” Şimdi o kadın ne zaman gülümsese, güneşi ertesi sabah da görebileceğimi biliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder