12 Kasım 2006 Pazar

ŞANSO PANZA OLMAK -III-

Gece çocuklarına karışıp, ovalarda, ay ışığı altında bisiklet sürerek çoban köpeklerini peşimize takışımız, korkularımızın peşinden koşmaktansa korkularımızı peşimizden koşturmakmış. Daha çok adrenalin ve alkole bağlardım o zamanlar bunları.

Yeniköy, düşlerimin Macellan boğazıydı. Ağaçları, kuşları, hayvanları ve ruhumun aydınlık yanlarını öğrendiğim bir hayat atlası. İkinci pasaportumdu. Ne zaman dönmeye kalksam, beni aralarına alacaklarına inandığım hoş sohbet güzel insanlar kumpanyası…

Taranacı Özgür’ün kuzeni olmak kolay değildi. Birol’un yeğeni olmak kolay değildi. Gavur İsmail’in torunu olmak kolay değildi. Deli olmanız beklenirdi, yıkıp yakmanız beklenirdi ortalığı, her akşam bir kavganın sebebi olmanız…Gökten elma yerine akıl düşmüştü başıma oysa benim. Korkaklığım ve zayıflığım uzlaşmacı biri olmamı zorunlu kılmıştı. Ben de babamın soyuna sığındım. Tüm koalisyonlara İsmail’in oğlu olarak imza attım. İsmail’in oğlu Güray olmak ağır başlı olmak demekti, uysal olmak demekti, hoş sohbet olmak demekti, meyhaneden çıkarken “babam ödeyecek” diyebilmekti.

9 Kasım 2006 Perşembe

ŞANSO PANZA OLMAK -II-

Yaşıtım kız çocuklarından bile cılızdım; o soğuk, odun sobasıyla ısınıyormuş gibi yapan ilkokul sıralarında. Sınıf maçlarına alınmadığım ve dahi doktorlar tarafından her türlü koşturmacadan aforoz edildiğim için, Firuzköy İlkokulu’nun kömürlükten bozma kütüphanesinde çok vakit harcadım. Komiktir, bu sayede Hz. Muhammed’in mezarının nerede olduğunu doğru yanıtlayan bir ben olmuştum ‘yanıtsız bir bektaşi’ olarak Sünni bir bilgi yarışmasında.

Beşik kertmem Verem’e rağmen ilkokul diplomasına haiz olur olmaz sigaraya başladım. Doğruyu söylemek lazım aslında, sigaraya değil de Küçükçekmece gölüne karşı düşler kurmaya daha çok. Onur ve Ufuk’la tellendirdiğimiz uzun Marlboro’lar ve tabii ki doğaya uyanan erkekliklerimiz, ilk sevdalarımız ve ilk fuhuşlarımıza dair düşlerimiz. Voltran saatlerinde bile dere tepe gezip tozduğumuz, çocukluğumuz. Onur Don’du, Ufuk da Kişot. Ben de Şanso Panza’ydım, tabii ki ayaklı kütüphane olmadığım zamanlarda.

Bu ayaklı kütüphane lafını ilk kullanan Hasan Hoca olmuştu. Yıllar yıllar sonra bir kez daha bu yakıştırma yapıldığında bana, Hasan Hocamı son gördüğüm zamanki hali geldi aklıma, hüzünlendim. Derse ilgimizi arttırmak için sandalye üzerinde amuda kalkan ve bir piknik sırasında sırf geri pas verdim diye, üstelik karşı takımda oynamasına rağmen, bana hayatımın ilk tokadını atan Hasan Hocam. Sıcak bir Avcılar akşamında yolda yalpalarken görmüştüm onu en son. Belki 10-12 senedir görmüyordum. Yanına yanaşıp kendimi tanıtmıştım. O çoktan çakırkeyfin ötesine geçmişti. Beni rakı içmeye davet etti. “Başka zaman” deyip ayrılmıştım yanından…

6 Kasım 2006 Pazartesi

ŞANSO PANZA OLMAK

-I-

Sabahlarına sağ çıktığım sokakları önemsedim hep. Bu yüzden ayırmadım yanımdan hiç ölümcül sözlerimi. Yol kesip haraç alan çocuklara paramı kaptırmamak için yolumu değiştirmeyi daha ilkokula başladığımda öğrendim, birinin sizi bıçaklamak için ille de bir nedene ihtiyacı olmadığını orta okulda. Hiç bıçak yarası almamam biraz mucize, biraz da işimi bilmemdendir. Şık bir vücut hareketiyle sıyrıldığım belaların yüzde biri bile her hangi birinin hayatına mal olabilir.

Mülayim biriyimdir aslında. Sadece evrim geçirip derim biraz sertleşmiştir. Beni liberal ve pragmatist yapan bizzat hayatın kendisidir. Yoksa ben de rakı masalarında memleketi kurtarmayı isterdim. Daha teklifini sunmadan açmıştı kutumu Cenk Koray, bana da doğduğum istikamette yaşamak düştü…

Benim hayata gözlerimi açtığım sokaklarda, sizin oralarda eve alınmayan çocukların yaramazlıklarını törenle göğüslerine madalya diye takarlardı. Haytalık insan evriminin en önemli aşamasıydı. Pavyonda kavga çıkarıp kapı dışarı atılmayanın adam yerine konulması söz konusu bile değildi.

Bunları yapmakta çok maharetli olmadığım için, her seferinde % 10'luk barajı aşıp koalisyonlara dahil oldum. Don Kişot olamayacağımı bildiğimden kalkışmadım boyumdan büyük işlere, en büyük yalanların içinde bile doğrucu Davut oldum ama adım Davut olmadığı için inanmadı kimse bana...

4 Kasım 2006 Cumartesi

Bunları bilseniz iyi olur(!)

Hakkımda yanlış fikirlere kapılmanı istemem sevgili okur. Çocuk Kalbi'ni ben de okudum. Kerime Nadir'i, Buscaglia'yı, Muazzez Tahsin Berkant'ı da okudum. Sabaha karşı tv'de çıkan siyah beyaz melodramlarda zaman zaman salya sümük ağlıyorum. Mesela Ofsayt Osman'da...

Arabesk dinlemeyi gerçekten seviyorum. Azer Bülbül bile algı eşiğimin sınırları içindedir.

Sigaraya başkalarına özenip başladım.

Hülya Avşar'ı, Gülben Ergen'i ve Deniz Akkaya'yı çekici buluyorum. Nurseli İdiz'e karşı iflah olmaz zaaflarım var. 70'inde bana evlenme teklif etse reddetmeden önce uzun uzun düşünürüm...

3 Kasım 2006 Cuma

It’s a man’s world!

A: Uğur Tütüneker hala sakallı mı lan?
B: Sanırım.
A: Sahi, o hangi mevkide oynardı?
B: Sağ açık gibi. Sağ kanatla sağ açık arası.
A: Ben hiç sevmezdim onu.
B: Ben Galatasaray’lıydım ama Muhammed kadar bile sevmezdim.
A: Onu bunu bırakıcan abi. Sergen gibi adam gelmedi.
B: Bence Sergen üzerine belgeseller yapılmalı, filmler çekilmeli, kitaplar yazılmalı.
A: Hatta Sergen Yalçın Enstitüsü, mümkünse Sergen Yalçın Üniversitesi kurulmalı.
B: Doğru diyon valla. Ben Sergen Yalçın Üniversitesi mezunu olmayı isterdim.
A: Sen çoktan mezun oldun oradan zaten.