30 Ocak 2012 Pazartesi

Mehmet Akif Ersoy'un Kur'an-ı Kerim'i Tercüme Etmek Hususunda En Çok Korktuğu şey Neydi?

Mehmet Akif Ersoy'un Kur'an-ı Kerim'i Tercüme Etmek Hususunda En Çok Korktuğu şey Neydi?


Kur'an-ı Kerim'in Türkçe meâli ile İRŞAD değil İFSAD (Fesat-bozgunculuk) yapılacaktı... Ben, bir ara, Akif Bey'in çekingenliğini yersiz buldum. Bu hâli onun taassubuna hamleder gibi oldum. Yanımızda bermutad Basri Bey de vardı. O serinkanlı Akif Bey canlandı ve içini şu yolda boşalttı: "Oğlum, sen bu işi basit mi sanıyorsun? Tercümesi istenen eser roman değil, beşeriyetin (insanlığın) içtimaî(sosyal) mihverini değiştiren Kur'an'dır. Herhangibir ifade ve ibarenin bile her tabirinde, hatta her kelime ve harfinde -dilbilgisi bakımından- tasrih ve teşmil, ta'rif ve tenkir gibi incelikler vardır. Meselâ Kelâmullah'a gelince, ondaki eslâftan hikâyeleri ve ahlâka ibret tavsiyeleri, emir ve nehiyleri, temsil ve tenzihleri, tebşir ve tenzirleri, vaad ve vaidleri, tergib ve terhibleri başka bir dil ile söylemek mümkün mü?"

Akif bey bu zemindeki sözüne devamla asıl korktuğu akibeti de açıkladı: "Dahası var: Tefsîrsiz ve izahsız tercümeyi eline geçirenlerden bazı mızrak kafalı cüretkârlar türeyecek; "Kur'an'ın mânâsını -Arapça bilmediğimiz için- anlayamıyorduk amma işte tercümesi meydanda. Bizim de akıl ve idrakimiz, bizim de yeter derece kiyaset ve siyasete vukûfiyetimiz var" diyerek pis pabuçlarıyla mindere, minbere çıkacaklar ve oradan vaaz edecekler, hutbeler (nutuklar) İradına yeltenecekler, İslâm'daki hakikî mânâ ve maksadı kavramadan irşad yerine ifsada kalkışacaklar. Öyle küstahların önüne ne ile ve nasıl geçilir?"
(Ruhi Naci Sağdıç, 1958)

*****
(Mehmet Akif, planlanan oyunların farkına varınca Mısır'dan İstanbul'a çıktığı son seyahatinde "Dönmezsem Tercümeleri yakarsınız!" diye vasiyet etmiştir)

Hepsini yakıp kül ettik
Defterler hemen yakılacaktı! Karar kesindi. Ancak Mısır evlerinde ne soba var, ne de ocak... Böyle bir evrak sokakta da yakılamazdı. Aklımıza benim ev geldi. Evim Abbasiye semtinde, Şâri'ul-Ceyş'te 12 numaralı köşkün müştemilâtıydı. Bahçe içinde, küçük, müstakil bir ev. Geniş balkonunda yakma işini rahatlıkla yapabilecektik. Defterleri tomar halinde tekrar bağladık, merhum Mehmed İhsan Efendi'nin göz nuru döküp el yazısıyla naklettiği o ciltli kalın nüshayı da tomarlarla birlikte alarak beş kişi bir taksiye binip Abbasiyye'ye gittik. Evde bizden başka kimse yoktu. Balkona çıkardığımız büyük alimünyum çamaşır leğeninin içinde defterleri birer birer parçalayarak yaktık. Sanki görev, eksiksiz yerine getiriliyor mu diye birbirimizi kontrol eder gibiydik. O ciltli ikinci nüsha da dahil, elde en küçük bir parça kağıt kalmamacasına hepsini yakıp kül ettik. (İsmail Hakkı Şengüler, 1992)


******

Tüyleri ürperdi

Akif'in Arapça'ya vukufu, Türkçe'deki kudreti müsellem olduğu cihetle onun tercümesi ortaya konursa, müslüman halkın melhuz itirazları önlenmiş olurdu. Şimdi Yankılar muharririnin dediği gibi diyeceklerdi:"İşte en büyük lisan üstadınız, İslâm şâiriniz, din hocanız Akif değil mi? Onun tercümesine de birşey diyemezsiniz ya! Arapçası gibi Türkçesi de mu'ciz. Bundan sonra heryerde, camilerde ve namazlarda Kur'an diye yalnız bu eser okunacak! Hangi imam Arapça Kur'an ile namaz kıldınrsa, üç aydan üç seneye kadar hapis cezasına mahkûm olacak!" Koca Akif bunu sezdi; beyne'l-İslâm ne azîm bir fitneye alet edileceğini anladı. Tüyleri ürperdi ve bunun için tercümesini yaktırdı. Suikasda kurban olmaktan kendini kurtardı. (Eşref Edib, 1949)


******

( Mehmet Akif'in Kur'an Tercümesini yaktırmasının bir sebebi de, Kur'an'ın başka hiçbir lisana tercüme edilemeyecek derecede i'câzkâr (aciz bırakan) bir edebi üstünlüğe sahip  Allah kelamı olduğunu idrak etmiş olmasıdır)

Tercümemden utanıyordum
Akif son derece teessür ifade eden bir edâ ile son mektubumuza cevap veremediğinden itizar ederek Kur'an tercümesiyle iştigalini ve neticesini şöyle anlattı:

"Cevap yazamadığıma müteessirim, fakat mazurum. Çünkü Kur'an'ı tercüme edemedim.Hayır, tercüme ettim; hem bir değil, iki kere tercüme ettim. İlk tercümeyi yaptım, hiç beğenmedim. Naîm merhumun hadîs tercümelerinde yaptığı gibi kavis içinde muavin kelimeler kullanarak eksikliğini tamamlamak istedim, bu da olmadı. Bu da Kur'an-ı Kerîm'in aslındaki belagatını bozuyordu. Bazı kelimelerin ve umûmî surette edatların mukabillerinin bulunmaması, edebî birer vecize olan bazı cümlelerde olan o kısa ayetlerde müteaddid edatın içtima etmesi, tercümeyi imkânsız bir hâle koyuyordu.Kur'an'ın tam tercümesindeki imkânsızlık ne benim kusurumdu, ne de dilimizin. Ben tercüme ile meşgul olurken Farsça ve Fransızca tercümeleri de gördüm. Benim Türkçe tercümem onlardan yüksekti. Fakat bu nisbî yükseklik benim edebî zevkimi tatmin etmiyordu. Kur'an'ın nazmındaki i'cazkâr(aciz bırakan) belagata baktıkça hayranlığım artıyordu. Tercümemden utanıyordum. Birisi Allah'ın Kelâmı idi, öbürü Akif kulunun tercümesi. Bu vaziyette ben bu tercümeyi İslâm ümmetinin ve Türk milletinin eline nasıl sunabilirdim? Bu cihetle onu Mısır'dan getirmedim. Demir kasa gibi sağlam ve emin bir dostuma bırakıp geldim. Ben sağ kalırsam kısa notlar yazarak noksanları telafiye çalışacağım. Ölürsem ne yapılacağını o dostum bilir."
(Kâmil Miras, 1949)



Tarih ve Düşünce Dergisi 
 Kasım 1999 

27 Ocak 2012 Cuma

Yalnızım Çünkü Sen Varsın... Kahraman Tazeoğlu


Yalnızım
Çünkü sen varsın.
dağ gibi bir ihanetten düştüm
bu kendime son gelişim

ölümbaz öpüşler kusuyorum ceplerime
kendimi suçüstü yakalıyorum
ve kentsizliğimin isimsizliğini
araz´a uyak düşüyorum
gözlerime senden düşler sürüyorum

ağzımdaki uykudan öpmüyorsun nicedir
nerde kimi üşüyorsun
artık kendini yakan bir ateşim
kendimize birbirimizden düşler yapamıyoruz
şimdi boş duraklara yaslanıyorum
boş kentlere
oysa "gel" desen gelecektim

gün düşlerime dönüşlerimde
bakışın içiyor beni gözlerimden
gövdemi düşürüyorum güz yavrusu duraklara
uzaklığına uzanıyorum
sevdiğin sonbahar geçiyor üstümden
ama artık hiçbir göğü içmiyorsun dudaklarımdan
yıkılıyorum şarkılara
"kimseler biliyor"
yalnızlık dostumdu
şimdi korkum oluyor
oysa "gel" desen gelecektim

artık her şey kımıltısız bir geceye dönüşüyor
güz artığı saçlarımda oynaşan sensizlik
göz karana yenik düşüyor en korkak yanlarımdan
kendimi yitirdikçe sana gidiyorum
göbek çukurumda sobelere karanlık uyutuyorum
düş satıcısı ispiyoncu bir ihtiyarın insafına kalıyorum
uysal yalnızlıklar satın alıyorum
gülüşümle ödeyerek
ve içimde yalancı bir katil taşıyorum
yeni utançlar biriktiriyorum eski günahlarıma
cüzamlı ruhlar cehennemine gidiyorum ben
kirli sözlerimi temize çekme
avlunda bıraktığım az kullanılmış intiharları deniyorum
ne vakit nikotinli ellerinden yola çıksam
susuşuna kan döküyor gözlerim
sen gözüne çiğ kaçtı sanıyorsun
oysa bilmelisin araz´ım
kimsenin içi görünmez
ve hiç bulamadıklarını
asla yitiremezsin
bak şimdi aramızda sessiz kalıyor
söylenecek bütün sözler

her sabah akşam oluyorsun
alnından ellerine damlıyorsun
yüzündeki yağmurla iniyorsun kente
içine dert oluyorsun kentin
dışına yağmur
yüreğinde dağılıyor kristal şehirler
duvarların kan öksürüyor
beni bir durağa yaslıyorsun
beni bir kente
gidiyorsun
oysa "gel" desen gelecektim

susmak en inatçısı olmaktır yalnızlığın
en susmakta neydi öyle
sen en dinlerken
biliyorum araz´ım
insan kendini bulmamalı, hep aramalı
gittiğin yerden başlıyorum öyleyse
gece cinnetlerimi de alıp yanıma

denize bakmayı bilmeyenler
bir gün mutlaka boğulur
işte bundandır gözlerinden kaçışlarım

siz hiç yar saçının bir telinden kendinize gurbet yaptınız mı

ben şimdi gurbetim
içimde taşıyorum
heba olsa da senlerce yılım
oysa "gel" desen gelecektim

ömrümden düşürdüğüm sol anahtarlarına takılıyorum hep
ve hayat yüklü kamyonlar geçiyor üstümden
şairler ölüdür derler
inanmıyorum

en karanlık ceketimi giyiyordum
ışığa kördüm çünkü
şimdi ise güneşe ilerliyorum
dirilmek için

kimliği paslanıyor eski bir anarşistin
gecenin kör gözünden utanıyorum
gizlilikten ölmek üzere olan bir akrep sızıyor içime
can kaybından ölüyorum
cenazemde namaz kılacağım
zan altındayım
yalanıma inanıyorum

yorgun söylentiler kanıyor solgun yaralarımdan
kırılır mı bilmem hüznümde taşıdığım kin
kinim kendime
kalemim bitti yitirdi şiirini şuur
öldü kanımdaki mürekkep balığı
solumdaki sise intihar etti intiharlar
bir aşkı kaça katlayabilirdi ki ezik bir yürek
yaşamak için geç bir zaman
ölmek için ise erken

çok davullu bir senfoni sürçüyor
dikiş tutmaz ayrılığımda
kirpiğinden yapılma bir darağacına
geceyi asıyorum
yoksun
bu yağmurlar ıslatmıyor beni
bir durağa yaslanıyorum sensiz

kulaklarımdan bordo denizler dökülüyor
şimdi herkes biraz sen biraz acı
göğsümde bir vagon
gizli sözler batıyor
fırtınalar çıkıyor üstüme

şakağımda
intihar acemisi bir şairin
delilik provaları
arkandan uluyan kapılardan
söküyorum kokunu
yokluğunu kokluyorum
yokluğunu yokluyorum

çöz gözlerimi senden hadi
ücranda yak bakışımı
gözlerine bekçi sevdam
dünden ve senden kalmayım

içine her düşen
kendi keşfi sanıyor seni
oysa sen
melekleri bile kıskandıracak kadar kendinsin
ve kendini acıtmak istiyorsun
ama güller kendine batamaz
bilmiyor musun
"gel" mi diyorsun

herkes kendi gördüğüne bakar
peki hayatın rüzgarında kime yelkeniz
kıpırdamadan duramayız bir aşk boyu
hadi en kanadığımız yerden susalım

Kahraman Tazeoğlu/Araz..

25 Ocak 2012 Çarşamba

Nasrettin Hoca aramızda_  İŞİN ALFABESİ
Okuma yazma bilmeyen adam, huzuruna çıkmış Nasrettin Hoca’nın.
“ Hocam!” demiş. “Bana okuma yazma öğretir misin?”
“Niçin olmasın? Öğretirim.” demiş ve elindeki kızılcık sopasını da indirivermiş kafasına.
Neye uğradığını şaşıran adamcağız;
“Aaa!” diye bağırmış.
İstihzalı biçimde tebessüm etmiş Hoca:
“Çok güzeeel! ‘A’yı öğrendin, yarın da gel ‘B’yi öğreteyim

24 Ocak 2012 Salı

Yorgunum...Cahit Zarifoğlu


Aklımdan çıkmıyorsun dedim


Başka türlüsünü yorgunum anlatmaya...



Cahit Zarifoğlu

Öğrendim... Mevlana


Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.

Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.

Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu
öğrendim.

Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...

İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu
öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek
Gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım.

Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu öğrendim.

Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.

Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
“lezzet” kattığını öğrendim.

Her canlının ölümü tadacağını,
ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.

Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya ...
Kalp durur ...
Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...

22 Ocak 2012 Pazar

Yolu İzmir’den Geçen Karikatürcü Dostlara ÇAĞRI:

İzmir Karikatürcüleri, oluşturdukları bir çalışma grubuyla; “İZMİR’DE KARİKATÜRÜN DÜNÜ BUGÜNÜ” adıyla, geniş oylumlu bir kitap çalışmasına başladı. Bu bağlamda; İzmir’de doğan, İzmir’de yaşayan ya da İzmir basınında karikatür çizen / sergi açan dostlara ulaşmaya çalışıyoruz.
*

Tasarladığımız eserin; kentimiz ve ülkemizin “Karikatür Hayatı”

Limits of Control

Jarmusch'a sevgimi saygımı bilen bilir ama kendisinin egosunda boğulduğu, feci halde tembellik ettiği, kimi aklıevvellerin götlerinden dinozor yumurtası çıkartarak sağda solda hakkında bazı asılsız 'iyi' yorumlarda bulunduğu hayatınızın en anlamsız iki saatini bile ayırmanızı tavsiye etmeyeceğim film... Bu kadar kelime bile fazla. O kadar...

Published with Blogger-droid v2.0.3