26 Nisan 2010 Pazartesi

ESKİ BİR KİTAP, YENİ BİR ROMAN


“Yeni Roman” edebiyatı terbiyesizce yalamış, daha çok sinemayla aynı yatağa girip hatta müta nikahıyla halvet olup ortaya soyu sopu flu çocuklar da çıkarmıştır. Çok mühim bir şey midir? En azından mühim adamlar ve kadınlardır. Bugün’ün yeni olduğunu ve bugünün önemli olduğunu; insana kırgın da olsa, yeni bir insan bulmanın gerekli olduğunu ortaya koyarak, unutulduğu raflarda yeni’den yeniden ümidini kesmişlere şevk verebilmek umuduyla bekleyip duruyor.  
“Geçmişten gelen biçimlerin düzenli tekrarı yalnızca saçma ve boş bir uğraşma değildir, zararlıdır da” diyen Alain Robbe-Grillet, kitaplarında ne kadar aykırı dursa da “yeni roman biçimleri arayan, insanla dünya arasındaki yeni bağlantıları anlatabilen yeni bir roman bulmaya, yani yeni bir insan bulmaya karar veren” bir aklı salim olarak bugün,tıpkı  yıllar evvelki gibi su serpti yüreğime.
Zaten her şey ayartabiliyorken beni şu şiir uğraşından, evvel zamandan makul tekrarı çoktan aşmışken gariban, sevemiyorum işte n’apıyım, çanına ot tıkamak istiyorum Haşim makyajıyla gezenlerin, Necip’e fasılasız rahmet okutanların… Olsa da keşke Nazım’a da kanırtanlar, kaysam şöyle toptan cümle cemaatlerine… Yok, yok! Ya daha akıllı adamlar ve kadınlar onlar, ya da tükenmeye yüz tuttular…
Alain’in de yok mu sanki ağzımdan çıkan küfrü boş yere yere düşürmeyecek beceriksizlikleri?! Var da, lüzumu yok şimdilik… Konu yeni romanın itliği g.tlüğü değil… Her günün yeni, her insanın değerli olduğunu söylemek için tüm bunlar.
’Neden yazmak isteğini duyduğumu anlamak için!’ diyor elin Alain’i, neden yazdığını sorduklarında; vallahi güzel laf, hatta kimse diyemez lafu güzaf, ekmek var çarpar adamı…

Necip Fazıl Kısakürek - Yazı ve Makaleleri



Necip Fazıl Kısakürek - Gençliğe Hitabe - Kendi Sesinden

Çok Yakında Necip Fazıl Kısakürek'in Yazılı eserleri ve incelemeleri yüklenecektir...

Necip Fazıl Kısakürek - Eserleri

Eserleri 

  • Örümcek Ağı (1925)
  • Kaldırımlar (1928)
  • Ben ve Ötesi (1932)
  • Birkaç Hikaye Birkaç Tahlil (1933
  • Tohum (1935)
  • Bir Adam Yaratmak (1938)
  • Künye (1938)
  • Sabır Taşı (1940)
  • Namık Kemâl (1940)
  • Çerçeve (1940)
  • Para (1942)
  • Vatan Şairi Nâmık Kemâl (1944)
  • Müdafaa (1946)
  • Halkadan Pırıltılar (Veliler Ordusundan) (1948)
  • Nam (1949)
  • Çöle İnen Nur (İzinsiz Baskı) (1950)
  • 101 Hadis (Büyük Doğu'nun 1951'de verdiği ek) (1951)
  • Maskenizi Yırtıyorum (1953)
  • Sonsuzluk Kervanı (1955)
  • Cinnet Mustatili (Yılanlı Kuyudan) (1955)
  • Mektubat'tan Seçmeler (1956)
  • At'a Senfoni (1958)
  • Büyük Doğu'ya DOĞRU (İdeolocya Örgüsü) (1959)
  • Altun Halka (Silsile) (1960)
  • O ki O Yüzden Varız (Çöle İnen Nur) (1961)
  • Çile (1962)
  • Her Cephesiyle Komünizm (1962)
  • Türkiye'de Komünizm ve Köy Enstitüleri (1962)
  • Ahşap Konak (Büyük Doğu'nun 1964'te verdiği ek) (1964)
  • Reis Bey (1964)
  • Siyah Pelerinli Adam (Büyük Doğu'nun 1964'te verdiği ek)(1964)
  • Hazret (1964)
  • İman ve Aksiyon (1964)
  • Ruh Burkuntularından Hikayeler (1965)
  • Büyük Kapı (O ve Ben) (1965)
  • Ulu Hakan II. Abdülhamid Han (1965)
  • Bir Pırıltı Binbir Işık (1965)

  • Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar I (1966)
  • Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar II (1966)
  • Büyük Kapı'ya ek (Başbuğ Velilerden) (1966)
  • İki Hitabe: Ayasofya / Mehmetçik (1966)
  • El Mevahibü'l Ledüniyye (1967)
  • Vahidüddin (1968)
  • İdeolocya Örgüsü (1968)
  • Türkiye'nin Manzarası (1968)
  • Tanrı Kulundan Dinlediklerim I (1968)
  • Tanrı Kulundan Dinlediklerim II (1968)
  • Peygamber Halkası (1968)
  • 1001 Çerçeve 1 (1968)
  • 1001 Çerçeve 2 (1968)
  • 1001 Çerçeve 3 (1968)
  • 1001 Çerçeve 4 (1968)
  • 1001 Çerçeve 5 (1968)
  • Piyeslerim(Ulu Hakan/Yunus Emre/S. P. Adam) (1969)
  • Müdafaalarım (1969)
  • Son Devrin Din Mazlumları (1969)
  • Sosyalizm Komünizm ve İnsanlık (1969)
  • Şiirlerim (1969)
  • Benim Gözümde Menderes (1970)
  • Yeniçeri (1970)
  • Kanlı Sarık (1970)
  • Hikayelerim (1970)
  • Nur Harmanı (1970)
  • Reşahat (1971)
  • Senaryo Romanları (1972)
  • Moskof (1973)
  • Hazret (1973)
  • Esselâm (1973)
  • Hac (1973)
  • Çile (Nihaî Tertib) (1974)
  • Rabıta (1974)
  • Başbuğ Velilerden 33 (Altun Silsile) (1974)
  • O ve Ben (1974)
  • Bâbıâli (1975)
  • Hitabeler (1975)
  • Mukaddes Emanet (1976)
  • İhtilal (1976)
  • Sahte Kahramanlar (1976)
  • Veliler Ordusundan 333 (Halkadan Pırıltılar) (1976)
  • Rapor 1 (1976)
  • Rapor 2 (1976)
  • Yolumuz, Halimiz, Çaremiz (1977)
  • Rapor 3 (1977)
  • İbrahim Ethem (1978)
  • DOĞRU Yolun Sapık Kolları (1978)
  • Rapor 4 (1979)
  • Rapor 5 (1979)
  • Rapor 6 (1979)
  • Aynadaki Yalan (1980)
  • Rapor 7 (1980)
  • Rapor 8 (1980)
  • Rapor 9 (1980)
  • Rapor 10 (1980)
  • Rapor 11 (1980)
  • Rapor 12 (1980)
  • Rapor 13 (1980)
  • İman ve İslâm Atlası (1981)
  • Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu (1982)
  • Tasavvuf Bahçeleri (1983)
  • Kafa Kâğıdı (1984)
  • Hesaplaşma (1985)
  • Dünya Bir İnkılâp Bekliyor (1985)
  • Mümin (1986)
  • Öfke Ve Hiciv (1988)
  • Çerçeve 2 (1990)
  • Konuşmalar (1990)
  • Başmakalelerim 1 (1990)
  • Çerçeve 3 (1991)
  • Hücum Ve Polemik (1992)
  • Başmakalelerim 2 (1995)
  • Başmakalelerim 3 (1995)
  • Çerçeve 4 (1996)
  • Edebiyat Mahkemeleri (1997)
  • Çerçeve 5 (1998)
  • Hâdiselerin Muhasebesi 1 (1999)
  • Püf Noktası (2000)
  • Hâdiselerin Muhasebesi 1 (1999)
  • Püf Noktası (2000)

Necip Fazıl Kısakürek - Hayatı




HAYATI (1904 - 1983)

26 Mayis 1904'te, Persembe günü sabaha karsi, Istanbul'da büyük bir
konakta dogdu.

Kayitli bir secereyle, Alâüddevle devrinin Seyhülislâmi Mevlâna Bektût Hazretlerine dayanan ve Osmanogullarindan daha eski bir aile olan Dülkadirogullarina bagli 'Kisakürekler' soyuna mensuptur.

Necip Fazil, ilk dinî telkin ve terbiyesini, tek oglunun tek oglu olarak Mehmet Hilmi Efendi'den aldi; okuyup yazmayi henüz 5-6 yaslarindayken ondan ögrendi. Birçok siirinin ana imajini ve ruhî kaynagini teskil eden 'yakici bir hayal kuvveti, marazi bir hassasiyet, dehsetli bir korku' seklinde özetledigi ve hastaliktan hastaliga geçtigi ilk çocukluk yillarini, çocukluk hâtiralarinin kaynastigi bir 'tütsü çanagi' olan, büyükbabasina ait Çemberlitas'taki Konak'ta geçirdi.

Büyükbabasi Mehmet Hilmi Efendi'den sonra, hasariliginin önüne geçmek için onu 5-6 yaslarinda bir sürü 'abur cubur' romanla tanistiran, eski Halep Valisi, Zaptiye Naziri Salim Pasa'nin kizi, büyükannesi Zafer Hanim, ruhi yapisini baska hassasiyetler açisindan etkilemekte büyük pay sahibi oldu. Bir yas küçügü kiz kardesi Selma ile büyük babasinin ölümü ise, onu disaridan etkileyen çocukluk günlerine ait asla unutamayacagi iki hadiseyi teskil etti.

Bahriye Mektebi'ne girecegi 1916 senesine kadar Büyükdere'de Emin Efendi isimli sarikli bir hocanin islettigi mahalle mektebinden baslayarak çesitli okullara devam etti. Fransiz Papaz ve Kumkapi'daki Amerikan kolejinin ardindan Serasker Riza Pasa yalisindaki Rehber-i Ittihad mektebine verildi. Yatili olan bu mektepte de fazla kalamayinca, bir süre için Büyük Resit Pasa Numûne mektebine ve seferberlik sebebiyle gidilen Gebze'nin Aydinli köyünde, köyün ilk mektebine yazildi. Ilk mektebi, Heybeliada Numûne Mektebi'nde bitirdi.

1916'da, 'Ne oldumsa bu mektepte oldum' dedigi ve sahsiyetinin ana dokusunu örgülestirdigi 'Mekteb-i Fünûn-u Bahriye-i Sahâne'ye imtihanla ve en titiz muayeneler neticesinde alindi. Hayatinin en nazik dönemini geçirdigi Bahriye Mektebi, içindeki bütün isik cümbüsleriyle ona, kendisini gösteren bir ayna, parlak bir zemin oldu. Ilk metafizik arayiciliklari ve zabitlerin bile benimsedikleri 'Sair' lakabi ile ilk aruz talimleri orada basladi.

Namzet sinifindan ayri üç harp sinifini bitirdikten ve mezuniyet durumuna geçtikten sonra diplomasini beklerken, ilave edilen dördüncü sinifi bitirmemeye karar verdi ve mektepten ayrildi. Bir müddet sonra da, o tarihte namzet ve sadece üç harp sinifindan ibaret Bahriye Mektebini ikmal ettigine dair diplomasini aldi. (1920)

17 yasinda, o günkü adiyle ' Istanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Subesi 'ne girdi. (1921)


O günlerin (1928 Harf inkilabina kadar) edebiyat alemini, Ziya Gökalp'in kurup Yakup Kadri ve arkadaslarinin çikardigi Yeni Mecmua, Dergâh, Anadolu Mecmuasi, Milli Mecmua ve Hayat Mecmuasi teskil etmekteydi. Bu âlem içinde ilk siirlerini Yeni Mecmua'da yayinladi.

(1922) Cumhuriyetin ilanindan bir yil sonra, 20 yasinda, Maarif Vekaletinin Avrupaya tahsile gönderilecek ilk talebe grubu için açtigi imtihandaki basarisiyle üniversitedeki (sömestre) lerini resmen tamamlamis sayildi ve Paris'e gönderildi. Sorbon Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi. (1924)
Paris hayati, kendini arayisinin müthis his helezonlari, korkunç girinti ve çikintilari arasinda, nefs cesareti bakimindan hayal yakici bir tablo çizdi.

1925'te ilk siir kitabi 'Örümcek Agi'ni bastirdi. O yillarda bankacilik yeni ve gözde bir meslekti. 'Felemenk Bahr-i Sefit Bankasi'nda çalismakta olan Salih Zeki'yi ziyarete gittigi bir gün, arkadasinin tesvik ve tavassutu ile ayni bankada ise basladi. Daha sonra gayet kisa sürelerle Osmanli Bankasinin Ceyhan, Istanbul ve Giresun subelerinde çalisti.

1928 - 29 senelerinde 'Bâbiâli' adli otobiyografik eserinde tafsilatli sekilde anlattigi, Bâbiâli palamarina bagli 'Bohem Hayati'ni son kertesine çikardi.
Henüz 24 yasindayken, 'Kaldirimlar' isimli ikinci siir kitabinin yayinlandigi ve ortaligi takdirle karisik hayret seslerinin bürüdügü 1928 yili, onun siir diyapozonunun herkesce begenilmek noktasindan en dik irtifalari kaydettigi basamak oldu. Bütün eser mevcudu 64 yaprak ve 128 sahifeyi geçmezken, hakkinda yazilip çizilenler bunu kat kat geçmisti.

1929 yazinin sonlarina dogru gittigi Ankara'da, içinde 9 yil müddetle çalisacagi ve müfettislige kadar yükselecegi Is Bankasina Umum Muhasebe Sefi olarak girdi. (5 Agustos 1929) Taksim'deki meshur tarihi bina Taskisla'nin 5'inci Alayinin Zâbit kitasinda 6 ay neferlik; Harbiye'de Ihtiyat Zâbit Mektebinde 6 ay talebelik, pesinden de 6 ay subaylik yapti. 18 aylik bu askerlik macerasi, 1931 senesinin baslarindan 1933 senesinin ilk aylarina kadar fâsilalarla devam etti.

Askerligi bittikten sonra Ankara'ya döndü. Üçüncü siir kitabi 'Ben ve Ötesi'nin çikisindan sonra artik renk renk konfeti yagmuru altinda ve söhretinin zirvesindeydi.

1934'de bir aksam, nihayet bir aksam, çalistigi bankadan Bogaziçindeki evine dönmek için bindigi 'Sirket-i Hayriye' vapurunda karsisina oturan ve gözlerini ondan ayirmayan; o güne kadar hiç görmedigi, bir daha da göremiyecegi Hizir tavirli bir adam, ona, kâinat çapinda bir vaadin, Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin adresini verdi.

Sicak bir ilkbahar günü, yanina Abidin Dino'yu aldi ve Eyüb sirtlarina çikti. Belki üç, belki bes saat süren o günkü temastan aldigi kelimeler üstü bir tesirle çarpilip kaldi ve bir daha birakmamacasina o Büyük Zat'in eteklerine yapisti.

Hikayesi 'O ve Ben'de yer alan, korkunç bir fikir buhranina (crise intellectuelle) , büyük ruh istirabina çattigi 34 yili, bu yüzüyle ise, hayatinin en belali senesi oldu.

Yasadigi buhranli günlerden sonra Efendisinin manevi tesiriyle açilan kitaplik çapta eser verme devrinin ilk eseri 'Tohum'u yazdi. (1935)
1936'da Celal Bayar'in temin ettigi ilanlar yardimiyla çikardigi ve 16 sayi sürdürdügü 'Agaç' Mecmuasi, dönemin önde gelen entellektüellerini çatisi altinda topladi.

Uzun süredir üzerinde çalistigi, büyük ruh çilesinin sahne destani 'Bir Adam Yaratmak' piyesini 63 numarali ocak idaresinin teftisini yapmak için gittigi Zonguldak'ta bitirdi. (8 Temmuz 1937) . Eser ilk defa 1937-38 kisinda, Istanbul Sehir Tiyatrosu'nda Muhsin Ertugrul tarafindan temsil edildi ve muazzam bir alaka dogurdu. 1938 senesinin baslarinda Ulus Gazatesi yeni bir Milli Mars için müsabaka açti. Ayrica kendisine özel olarak yapilan teklifi; öne sürdügü isi umumilestirmekten..yani 'müsabaka'dan vazgeçilmesi sartinin hemen kabulü üzerine benimsedi ve sonunda 'Büyük Dogu Marsi' olarak kalan siiri yazdi.

Sonbaharda, artik kendini 'dolap beygirinden farksiz' hissetmeye basladigi Bankadan istifa etti (10.10.1938) : ve vakit geçirmeden Haber gazetesine girdi. Kisa bir süre sonra da Son Telgraf gazetesinde, Bâbiâlinin önde gelen muharrirlerinin aksine, Ikinci Dünya Savasinin kaçinilmaz oldugu görüsünü savundu ve hakli çikti. Hâdiseleri önceden haber verir mahiyetteki teshis ve tahlilleri karsisinda muhalifleri ancak söyle diyebildi:
'- Bu adam ne derse çikiyor! ..'

Zamanin Maarif Vekili Hasan Âli Yücel tarafindan Ankara Devlet Yüksek Konservatuarina Hoca olarak tayin edildi. Bu Profesörlük isinin trenlerde kondöktörlüge döndügünü ileri sürerek Hasan Âli'den Istanbul'da bir görev istedi. Güzel Sanatlar Akademisi'nin Yüksek Mimari kismina atandi. Ayrica Robert Kolej'in son siniflarinda Edebiyat Hocaligi yapti.

1939'da, ileride bas köseye oturtacagi en sevdigi siirini, bu tarihten 5 yil önce yasadigi anlatilmaz ve anlasilmaz büyük ruh istirabinin siirini (Çile) verdi.

1940 yilinda Türk Dil Kurumu hesabina 'Namik Kemal' isimli bir eser kaleme aldi ve vaktiyle Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin Ulu Hakan Abdülhamîd hakkinda söylemis oldugu hakikatleri, bu eser zâviyesinden tetkiklerini derinlestirdikçe bizzat gördü.

1941 senesinde, yine köklü bir..familyadan; 'Bâbanzâde'lerden, Ahmed Naim Efendi'yle kardes çocugu olan Recai Bey'in kizi, Yahya Nüzhet Pasa'nin torunu..Fatma Neslihan Hanimefendi ile evlendi. Bu..evliliginden Mehmed (1943) , Ömer (1944) , Ayse (1948) , Osman (1950) ve Zeynep (1954) isimli bes çocugu oldu.

1942 kisinda tekrar 45 günlügüne Erzurum'a askere gönderildi. Askerken yazdigi siyasi..bir..yazi..sebebiyle mahkûm oldu ve ilk hapis cezasini Sultanahmet cazaevinde tatti.

1943, Sanatkarin fildisi kulesinden agoraya indigi; tam olarak belirdigi tarihtir: Içini öyle bir sosyal mücadele ruhu; sanatinin muhtaç oldugu cemiyeti yogurma heyecani kapladi ki, artik çalisamaz oldu ve mücadelesini bir ömür; hükümetiyle, partisiyle, basiniyle, hocasiyle, gençligiyle kendi açtigi bütün cephelerde tek basina sürdürecegi Büyük Dogu Mecmuasi'nin ilk sayisini çikardi. (17 Eylül 1943)

Sonraki dönemlerine bir hazirlik kademesi olan derginin bu ilk devresi, 30'uncu sayida 'Allaha itaat etmeyene itaat edilmez! ' meâlindeki bir Hadîs-i Serif yüzünden, rejime itaatsizligi tesvik suçlamasiyle 1944 Mayisinda Bakanlar Kurulu karariyla kapatildi.
Gün geçirilmeden Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimari bölümündeki hocaligindan kovuldu ve ikinci askerligine ikinci defa sevkedilerek Egridir'e sürüldü.

Bu ilk devresinden sonra, 2 Kasim 1945'ten baslayarak 5 Haziran 1978'e kadar günlük, haftalik ve aylik olarak çesitli tarih ve periyotlarda tam 16 devre yayin hayatini sürdüren Büyük Dogu'yu cilt cilt eser faaliyetinin yani sira, 36 sene müddetle tek basina omuzladi; büyük bir fikir ve aksiyon zemini kurdu.

2 Kasim 1945'de Büyük Dogu yeniden çikmaya baslayinca, onu, birdenbire; 'eski Iktisat Vekili Fuat Sirmen'e nesir yoluyle hakaret, Dini tezyif, memleket dahilinde tesekkül etmis Iktisadî, hukukî, siyasî, idarî rejimleri devirmek yolunda propaganda' gibi birçok adlî takibat ve muhakemeyle yüzyüze birakti.

1946 senesinin sonlarina dogru, 13 Aralik tarihli sayisinda; kapak yaptigi mücerret bir kulak resminin altindaki 'Basimizda kulak istiyoruz! ' yazisi Inönü'nün kulaklarinin duymuyor olmasi hakikatiyle birlesince Örfi Idarece tekrar kapatildi.

Birkaç gün sonra Basbakan Recep Peker tarafindan Ankara'ya çagirildi. Recep Peker'in sadece 'biraz ölçülü' davranmasi ve fazla aleyhte yazmamasi karsiligi 100.000 lira teklifi, kabul etmedigi takdirde ise açik açik zindana atilma tehtidiyle karsilasti.

O günler için bir servet demek olan deste 'söz' olmaktan çikmis, üstündeki 'Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasi' bandajiyle birlikte önündeki masaya birakilmisti. Çok geçmeden; kapatilan dergide tefrika edilmeye baslamis olan 'Sir' isimli piyesinden dolayi 'Milleti kanli ihtilale tesvik' suçlamasiyle mahkemeye çikarildi.

Artik büyük mücadele yolundaydi. 1947 baharinda (18 nisan) Büyük Dogu'yu yeniden ve üçüncü defa çikardi. Birkaç ay sonra (6 haziran) 'Abdülhamîd'in Ruhaniyetinden Istimdat' baslikli Riza Tevfik'e ait bir siirin nesri sebebiyle Büyük Dogu mahkeme karariyle tekrar kapatilirken kendisi de tutuklanarak hapse atildi. 'Türklüge Hakaret'den yargilandi, 1 ay 3 gün tutuklu kaldi ve sonunda beraat etti.

1947 yili içinde; bütün bunlar olup biterken ve arada bir sürü tutuksuz muhakeme, üzerine saçma taneleri halinde gelirken, 'Sabir Tasi' piyesiyle 'C.H.P. Sanat Mükâfati'ni kazandi. Ancak jürinin verdigi karar Parti Genel Idare Kurulu tarafindan iptal edildi.

Yine ayni yil, Büyük Dogu'nun çikmadigi kisa bir arada 3 sayilik mizah dergisini; 'Borazan'i çikardi. 1948'de, Temyiz Mahkemesi, hakkindaki ilk ve meshur beraat kararini, dünya adalet tarihinde görülmemis tertiplerle bozdu. Bütün bir yil geçimini, (ihtimal ki, üzerine Puccini'nin bir operasi takili pikapla, büyükbabasi, Bâlâ rütbeli Marasli Hilmi Efendi'nin ceviz çerçeveli yagli boya portresi hariç) evinde ne varsa son iskemleye kadar satarak temin etti.

1949 senesini; zevcesi, üç çocugu ve kayinvalidesiyle beraber küçük bir otel odasinda karsiladi. Agir Ceza Mahkemesi hakkinda verdigi beraat kararinda israr ederken, Büyük Dogu da kapana-çika; fakat her defasinda kaldigi yerden yoluna devam ediyordu.

Bu yilin Ramazan ayinda (28 Haziran) Büyük Dogu Cemiyeti'ni kurdu.
Subat 1950'de Cemiyetin bir numarali subesi 'Kayseri Büyük Dogu Cemiyeti' açilir açilmaz Halk Partisinin duydugu dehset son haddine vardi. Açilisi yaptiktan sonra Istanbul'a dönüsünde bir yazi bahanesiyle tutuklandi, Türklüge Hakaret Davasinda verilmis beraat karari Temyize 'tekrar ve topyekün' bozdurulur bozdurulmaz da (21 Nisan) hapse atildi.

500 yillik bir Türk ailesine mensup Necip Fazil'in hayatindaki, 'Türklüge Hakaret Davasi'ni da içine alan bu dönem; tesirinin, o günlerde kendisine ne gözle ve nasil bir dehsetle bakildiginin, ne tür bir muameleye..müstehak görüldügünün ve kapi kapi hangi korkunç berzahlardan geçtiginin iyi bilinmesi için, üzerinde dikkatle durulmasi gereken bir dönemdir.

1949 yilinin açtigi, gittikçe köpüren iftira ve lekeleme kampanyasinin ve bu takip ve tarassutun bir neticesi halinde çok geçmeden basina 'Kumarhane Baskini' diye akseden siyasi komplo tertiplendi (24.3.1951) . Bu komplo üzerine Büyük Dogu'nun derhal toplatilan meshur 54. SAYI'sini çikardi. Bu sayidaki bir yazisindan dolayi tutuklanarak cezaevine atildi. Çikisinda Büyük Dogu Cemiyeti'ni tasfiye etti.

1952'de, Vatan gazetesinin sahibi ve basyazari Ahmet Emin Yalman'in Malatya'da bir suikast tesebbüsü ile yaralanmasi (22 Kasim) ile baslayan hâdiseler, malum basinin yaygarasiyle büyütüldü, genisledi ve nihayet onu da azmettirici sifatiyla, o ünlü savunmalarini yapacagi sanik sandalyesine çekti.

11 Aralik 1952'de, bu hadise üzerine yayinladigi, simdi 'Müdafalarim' adli eserinde yer alan 'Maskenizi Yirtiyorum' isimli ünlü brosürle, 1943'ten beri basina gelenlerin ve bütün bu olup bitenlerin genis bir muhasebesini yapti.

12 Aralik 1952'de, yani Malatya hâdisesinden hemen sonra, daha önceki bir mahkûmiyetin infazi bahanesiyle atildigi hapisten 'taammüden katle tesvik ve azmettirmek, katle tesebbüs fiilini medih ve istihsal eylemek' isnadlariyle yargilandiktan sonra, 16 Aralik 1953'te Malatya Dâvasindaki suçsuzlugu (!) anlasilmis olarak çikti.

1951, 1952 ve 1956'da Büyük Dogu'yu günlük gazete olarak çikardi. Büyük Dogu'nun tesiri o kadar büyük oluyordu ki, 1954 seçimlerinden önce, bir parti lideri yaptigi seçim konusmalarinda eline dergilerden çesitli nüshalar alarak; 'Iste Menderes, bu yobazlik âbidesine yardim eden adamdir. Onu ve partisini seçmeyin! ..' diye propaganda yapti. 1957'de de 8 ay 4 gün hapis yatti.

Bu arada; hiçbir zaman ve mekan sarti aramaksizin sürekli yaziyor, degisik sahalarda zirve eserler vermeye devam ediyordu. Ata olan sevgisi ve biniciligi meshurdu. 1958'de, Türkiye Jokey Kulübü'nün ismarlamasiyle, belki de dünyada mevzuunun ilk örnegi olarak, ati bütün ruhu, estetigi, tarihi ve felsefesiyle, sairane bir üslupla ele alan ve anlatan bir eser kaleme aldi.

Büyük Dogu'larin muazzam hücum devresi 1959'da, aleyhine o kadar dâva açilmisti ki, bu dâvalarin yarisi mahkûmiyetle neticelense 101 sene hapis yatmasi gerekecekti.

Mahkûmiyet kararlarinin hizla kesinlesmeye basladigi ve Basbakan'in emriyle Nigde Cezaevinde kendisine tek kisilik konforlu (!) bir hücre hazirlandigi sirada 27 Mayis 1960 Ihtilali oldu. Ihtilalin ilk radyo duyurularindan birinde, zaten çikmayan Büyük Dogu'nun kapatildigi ilan edildi.

6 Haziran günü geceyarisi evinden alindi. 4.5 ay müddetle Balmumcu garnizonunda 'gerekçesiz' tutulduktan ve yüzbasilara varincaya dek en agir hakaretlere maruz birakildiktan sonra, Genel Affa ragmen, 5816 sayili kanun sadece kendisi aleyhinde istisna tutuldugu için, 'toplu tahliye' sebebiyle bayram yerine dönmüs Garnizon kapisina yanasan; kaatilleri, irz düsmanlarini tasimaya mahsus camsiz, kirmizi renkte bir cezaevi arabasiyla Toptasi Hapishanesine nakledildi. (15.10.1960) Ve 1.5 yil içerde kaldi.
18 Aralik 1961'de tahliye edildikten sonra önünde iki yol açildigini gördü; Ya her seyden büsbütün el etek çekmek, yahut her seye topyekün el uzatmak... Tercihi, demir hapishane kapilarindan daha önce de saliverildigi günlerden farkli degildi.


1963 Ilkbaharinda bir davet üzerine açilan 'konferans çigiri' üzerinde evvela Salihli, Izmir; bir müddet sonra Erzurum, Van; daha sonra Izmit, Bursa ve 1964 yilinin ilkbaharinda da Konya, Adana, Maras ve Tarsus'ta konferanslar verdi.

1964'te Büyük Dogu'nun 11'inci devresini açti. Adnan Menderesin aziz hatirasi için kaleme aldigi ve derginin 1'inci sayisinda nesrettigi 'Zeybegin Ölümü' siirinden dolayi takibata ugradi.

1965'te 'b.d. Fikir Kulübü'nü kurdu. Mart ayindan baslayarak sirasiyle Adiyaman, Maras, Burdur, Gaziantep, Nizip, Kilis, Kayseri, Akhisar, Ankara, Kirikkale ve Eskisehir'de konferanslar serisini sürdürürken, günlük çerçevelerine ve bazi eserlerinin tefrikasina da bir gazetede devam etti.
'b.d. Fikir Kulübü' adina Ankara Dil Tarih Cografya Fakültesi'nde verdigi bir konferans üzerine açilan dâvada, 'Din esasina bagli cemiyet kurmak' iddiasiyle yargilandi.

Büyük Dogu'larin 1965 ve 1967 devrelerinde birçok defa 'Hükümetin Manevi Sahsiyetini Tahkir' suçlamasiyle takibata ugradi. Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti ve Milli Birlik Komitesi dönemlerinin ardindan, Adalet Partisi devr-i iktidarinda da takip mevzuu olmaktan kurtulamadi.

27.12.1967 tarihli Büyük Dogu Dergisinde dönemin Basbakani'nin (Demirel) kayitli oldugu Mason kütügünün fotokopisini ilk defa olarak yayinladi.
'Ideolocya Örgüsü' isimli eseri, 'Mümin/Kafir' diyaloglari ve siyasi içerikli yazilari sebebiyle devamli olarak suçlandi, sorgulandi, yargilandi.
1968'de 'Vahidüddin' adli eserini Bugün gazetesinde tefrika edip ilk baskisini yaptiktan sonra takibata ugradi ve kitap toplatildi. Eserde suç unsuru bulunmadigina dair bilirkisi raporu dogrultusunda Mahkeme, beraat karari verdi.

Ileride, kararin Temyiz'e bozdurulmasi ve daha önceki kararin aksine mahkemenin bozma ilamina uymasiyle bu dâvadan da mahkûm olacak (28.11.1973) ve bir müddet sonra Af Kanunu çikacagi için karar infaz edilemeyecekti. Ancak 'Vahidüddin' eseri 2'nci baskisinda hiçbir takibata ugramayip 'zaman asimi'na girecegi halde, 1976'daki 3'üncü baskisindan sonra tekrar takibata ugrayacak ve en asiri fikir düsmanlarinin imzasini tasiyan bütün bilirkisi raporlarina ragmen hukuk anlayisi bakimindan tarihte esi az görülmüs bir mantik üzerine oturtulmus 25 sahifelik bir kararla 1.5 yil mahkûmiyetine sebep olacakti.

1969 yili içinde Erzincan, Antalya ve Alanya'da konferanslar verdi.
Çesitli tarihlerde muhtelif gazetelerde, basmakalelerine, fikralarina ve bazi eserlerinin tefrikasina devam etti; tam sahife Ramazan yazilari kaleme aldi.

Fas'tan, Saraya çok yakin çevreden evine kadar gelen, ömrünün kalan kismini bütün aile fertleriyle birlikte Fas'ta geçirmesi, yani bundan böyle Fas'ta yasamasi teklifini; gözlerini pencereden disariya, alakasiz bir noktaya dikerek, küçük, çok küçük göz tikleri içinde sabirla dinledi. Ilgisiz bir mevzu açarak cevap verdi.

1983 yılında vefat etti.

ESERLERİ
1-Hikayelerim
2-Cinnet Mustatili
3-Bir Adam Yaratmak
4-Çile
5-Kafa Kağıdı
6-O ve Ben
7-Yunus Emre
8-At'a Senfoni
9-Para
10-Sahte Kahramanlar
11-Hazret-i Ali
12-Tanrı Kulundan Dinlediklerim
13-İhtilal
14-Moskof
15-Tohum
16-Aynadaki Yalan
17-Reis Bey
18-Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu
19-Babıali
20-Sosyalizm,Komünizm ve İnsanlık
21-Hitabeler
22-Peygamberler Halkası
23-İbrahim Ethem
24-Hesaplaşma
25-Esselam
26-Dünya Bir İnkilap Bekliyor
27-Hac
28-Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar
29-Türkiye'nin Manzarası
30-Çerçeve-I
31-Nur Harmanı
32-İman ve İslam Atlası
33-Müdafaalarım
34-Veliler Ordusundan 333
35-Benim Gözümde Menderes
36-İdeolocya Örgüsü
37-Mümin-Kafir
38-Senaryo Romanlarım
39-Çöle İnen Nur
40-Son Devrin Din Mazlumları
41-Öfke ve Hiciv
42-Sabır Taşı
43-Ulu Hakan II.Abdülhamid Han
44-Başbuğ Velilerden 33
45-Çerçeve-II
46-Konuşmalar
47-Rabıta-i Şerife
48-Doğru Yolun Sapık Kolları
49-Başmakalelerim-I
50-Tasavvuf Bahçeleri
51-Çerçeve-III
52-Namık Kemal
53-Hücum Ve Polemik
54-Rapor 1/3
55-Rapor 4/6
56-Rapor 7/9
57-Rapor 10/13
58-Yeniçeri
59-Reşahat
60-Başmakalelerim-II
61-Mektubat
62-Başmakalelerim-III
63-Çerçeve-IV
64-Gönül Nimetleri

antaloji.com'dan alıntıdır.

25 Nisan 2010 Pazar

Resim Kaynağı

Mehmet Akif Ersoy,

 Yunus Emre,

Arif Nihat Asya,

 Ahmet Hamdi Tanpınar,

 Necip Fazıl Kısakürek,

Yahya Kemal Beyatlı,

 Mevlana Celaleddin Rumi

divan şiiri






15 Nisan 2010 Perşembe

I'm nobody! Who are you?

I'm nobody! Who are you?
Are you nobody, too?
Then there's a pair of us - don't tell!
They'd banish us, you know!


How dreary to be somebody!
How public like a frog
To tell one's name the livelong day
To an admiring bog!

Emily Dickinson

BAŞARISIZLIĞA UĞRAYAN

Aşağılara yuvarlanır başarısızlığa uğrayan,
nasıl da zor öğrenecektir yoksulluğun
yeni dilini, yeni davranışları.

Nasıl gidecek o yabancı, düşük evlere! -
nasıl bir yürekle geçecek sokaklardan
ve nerede bulacak zile dokunacak gücü
kapıya varınca.
Bir dilim ekmek için, sığınacak bir ev için
nasıl hoşnut edecek, nasıl karşılayacak
kendisine istenmeyen bir yükmüş gibi
bakan o soğuk bakışları!
Nasıl dinleyecek o her sözcüğü
kulak tırmalayan lafları - ama gene de
vurdumduymaz gibi davranmalı insan,
bir şey anlamaz bir budala gibi yapmalı.

Konstantinos Kavafis

7 Nisan 2010 Çarşamba

Mehmet Akif Ersoy - Hakkında Yazılanlar


Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in Mehmet Akif Ersoy Hakkında Yazısı:

MEHMED AKİF

1965'de, Çapa Yüksek Öğretmen Okulu' nda...

Akif in harp arabasını iki at çeker: Biri iman ve İslâm savaşçısı, öbürü şair...

Esas olan, birincisi... İkincisinin, öbürüne yardımcı olmaktan başka rolü ve müstakil kıymeti yok. Eğer Akif, iman ve İslâm uğrunda cemiyet münâdiliği yerine, mücerret eşya ve hâdiselere bağlanmış olsaydı, karşımıza, Fransızların (Poetminör) dedikleri suğra şair tipi çıkardı. Suğra yani küçük... Anadoluya "Asyayı suğra- Küçük Asya" denildiğini biliyoruz.

Büyük Asya ile Küçük Asya arasındaki fark, kübrâ şaire nispetle suğranın ne olduğunu izah eder.

Hükmümüzü başa alarak bildirelim ki, Mehmed Akif, o harikulade kolaylığı, açıklığı, akıcılığı içinde, büyük Fransız şairi (Bodler)in ifadesiyle, devlere mahsus kanatlardan mahrumdu ve toprağa, damlara çok yakın mesafeden uçmaya mahkûmdu.

O, bütün kuvvetini imanından aldı; ve birbirine dayalı bir kalas gibi, imanını şiiriyle taşırken, şiirini imanı sayesinde ayakta tutabildi.

Ya onun iman cephesi! Bu köşeler, hikmet, hakikat ilim, ahlâk ve aksiyonculuk seviyesi noktalarında toplanır.. Akif in iman ve İslâm cephesini tayin etmek için ona bu köşelerden birer göz atmak gerekir.

Bu köşelerde Mehmed Akif, yalnız sathî ilim ve ahlâkta kemâllidir.

Hikmet; din ve kainat sırları, perde arkasının girift mânaları... Bu köşeye bağlı kıymete, sır idrâki diyelim...

Hakikat; girift mânalar yolundan ulaşılan ulvî kanunlar... Bu köşenin kıymeti de üstün irfan olsun...

Aksiyonculuk seciyesi; inanılan ve bağlanılan dâvanın fert ve cemiyetini yoğurma, şekillendirme cehdi... Bu da, hamleci ve teşkilâtçı enerji... İşte bu köşeler üstünde, yani sır idrâkinde, üstün irfanda ve hamleci, teşkilâtçı enerjide Mehmed Akif, -davanın muhtaç olduğu heybetli çapı belirtmiş olmak için kaygısızca itiraf edelim- kuvvetli değildir.

Bu başlangıca göre, Mehmed Akif i methetmek yerine zemmettiğimiz sanılacak... Zira bizde kanun: Ya medh, ya zem... Her işte ya falan, bir de karşısındaki, filân... Üçüncüsü yok... Hakikatin ve her türlü arayıcılığın yolu kesik... Bizse yalnız hakikât isteklisi olduğumuz ve sahici idealist gençliği ona istekli bildiğimiz için, gerçeğe, iki kaşı arasından bakmakta tereddüt göstermiyoruz.

Hususiyle, tam 125 yıldır, nur yuvası iman çehresine, hafif hafif yan bakmalardan ve sinsi sinsi dudak bükmelerden başlayarak, nihayet tırmık tırmık hakaret nazarlarına ve kürek kürek çamur atmalara kadar varan küfür saldırışları önünde mukaddes dâvanın muhtaç olduğu çapı, hatır ve gönül dinlemeksizin sıhhatli tespit etmek, birinci kurtuluş şartı diye karşımıza çıkarken... Bu şarta yüzbin Necip Fazıl'la beraber bir Mehmed Akif de kurban olsun ki, kadromuz ve kurtuluşumuz liyâkat ölçüsüne kavuşsun...

Şimdi:

İş bu noktaya geldikten sonra, hem de bu noktanın titizlik şartı içinden birdenbire beklenmedik teşhisimizi koyabiliriz:

Bütün şartlarına rağmen Mehmed Akif, düşürüle düşürüle trafik kazazedelerine kadar indirilen "şehit" sıfatı gibi her türlü işporta ucuzluğu üstünde, kelimenin olanca mânası ve hakkıyla muazzam bir kahramandır.

Kahramanlığı nereden geliyor öyleyse?..

Şu uzunca cümleye dikkat rica ediyorum:

Masonluk ve kozmopolitliğin mikrop yuvalarını devlet ve cemiyet mafsallarına yerleştirdiği, ortalığı "Jön Türk" isimli pembe kıçlı ve tek gözlüklü batı hayranı maymunların kapladığı, İslâm vecdi yerine başka bir heyecan tedâriği içinde kabuk ve posa milliyetçiliğinin tezgâhlanmaya doğru gittiği, olanca gerilik suçunun İslâmiyetten bilinmeye başlandığı ve bütün bunların modalaştığı, kibarlaştığı, salonlaştığı, banklaştığı, edebiyatlaştığı, politikalaştığı, mektepleştiği ilk devirde, ismine meşrutiyet dedikleri ve yalanı 56 yıldır süren o sahte hürriyet çığırında, ortalıkta âlim, mütefekkir, sanatkâr, hiç kimse boy gösteremezken, tek başına binbir yol ağzına çıkıp:

"Durun!.. Hiç kimse yoksa ben varım! Sadece iman ve İslâm! Başka yol tanımıyorum."

Diye haykırmış olmasından geliyor Akif in kahramanlığı.

O, kapıcı, sürükleyici, götürücü ve ancak mavazaalı imanlara, yani sözde mü'minlere imkân verici korkunç cereyanı; bugünün korkunç üstü korkunç tufanını doğuran o ilk cereyanı içinde sürüklenmek şöyle dursun, tek başına göğüslemiş olmasından ve bu göğüslemeyi son nefesine kadar devam ettirmesinden geliyor Akif in kahramanlığı!..

O, dünyanın en büyük şairi, en yüksek fikircisi, en üstün irfan sahibi, hatta en derin velîsi olabilirdi de bu son olduğunu olmayabilirdi. Halbuki, yalnız sağlam bir dış yüz bilgisiyle "Şeriat ilmi" bu bilgiye denk, sağlam bir müslüman ahlâkı içinde, aksiyonculuk seciyesindeki eksikliklerine rağmen, olacağını oldu; ve o sefil cereyanın başlarından biri olan "Edebiyat-ı Cedide" başkuklasının:

"Yırtılır ey kitab-ı köhne yarın, medfen-i fikr olan sahifalarını..."

Tekerlemesine:

"Birkaç pulu tercihinden, protestanlara zangoçluk eden şair."

Diye karşılık vermeyi bildi.

Bundan 56 yıl evvel "Sırat-ı Müstakim" ile başlayan, hatta bir aralık Ağaoğlu Ahmed ve Yusuf Akçora gibi, ilk adımda İslamcılık ve Türkçülükten hangi kapıya bağlanacaklarını bilmez bazı Azerbaycan aydınlarını da halkasına alan müessir dairesi, bir müddet sonra "Sebilürreşad" dergisiyle devam etti. Ve etrafındaki "statik" kalemlere rağmen daima "dinamik" kaldı. Fakat yepyeni bir nesil ve ocak kuramadı. Bir dünya ve Türkiye muhasebesi getiremedi. Ziya Gökalp'ı, kalemler huzurunda münakaşa ve münazaraya davet etti ama "agora"da, cemiyet meydanında yenecek ve zamaneyi allak bullak edecek bir ses tonuna ulaşamadı. Yalnız, baştanbaşa sahte ve perişan bir gidişin ortasında, bağlı olduğu ulvî hakikatin sadık koruyucusu sıfatıyla ters istikâmeti tuttu ve öylece kaldı. Daha doğrusu, istikâmet hissini bulandıran binlerce ters arasında biricik yüz... Her an biraz daha girdaplaşan ve tersine akmaya başlayan nehirde, bir kaya parçasının önünde tutunmak sevdasında birtakım ellerin kendisine doğru uzandığı, birçoklarının da alnını karışlayarak geçtiği tek ve yalnız adam. Bu adamın o nehri durdurması veya durduracak nesillere davanın planını vermesi için eğer lazımsa, şairlikte Lebid, Züheyr, Hassan, Hafız, Sadi'yi andırır bir nefese; hikmet ve hakikat sahipliğinde Gazali, Muhidddin-i Arabi, İmam-i Rabbani'den pay almış bir tefekküre; aksiyonculukta da bir zamanlar kayıt olmak gafletini gösterdiği İttihat ve Terakki'den herhangi bir komitacının gözü karalığına malik olması lâzımdı ve o bütün bunlardan uzaktı.

Nitekim ilk sahte ve perişan gidişin tepetaklak ettiği imparatorluk devrinden sonra, Akif, Millî Kurtuluş hareketini bütün gönlüyle benimsedi, Anadolu'ya geçti, Mecmuasını oralara taşıdı ve İstiklâl Marşı'yla, Türk'ün varolma hamlesindeki mânayı ebedileştirmek istedi. Marşı resmen kabul olundu, fakat ne garip tezattır ki, asıl mâna, Marşın söylenmeyen mısralarında kaldı. Ortaya çıkan yeni mâna ise, Akif'in Mısır'a çekilmesine, orada uzun bir müddet bir prensin himâyesi altında kalmasına ve İstanbul'a yalnız ölmek için gelmesine sebep oldu.

Ona, "Kur'anı tercüme et" diye verilen emre mukabil, "Kur'an tercüme edilemez" şeklinde son teklifi red ve mukavelesini feshetmesi, aldığı avansı geri göndermesi, sonra da eldeki bazı mealler bir gün resmî ve cebrî ibadete vesile olur korkusuyla onları yakması, imanındaki büyüklük ve hüsranındaki acılığın en hazin levhasıdır.

Bir şairin:

" Vatan cüda değilim, fakat firakıyla
Muhacirâne gezer ağlarım öz diyarımda."

Diye anlattığı Türk illeri... Akif onu:

" Bu diyarın, hani sahipleri dersin, cinler,
Hani sahipleri der, karşıki dağdan bu sefer."

Diye çerçeveledi ve aynı sahipsizlik içinde öldü. Ve gözleri açık gitti. Bu gözler, dâvasını tamamlanmış görmeden kapanamaz.

Akif'i anma gününde onu, şiiri, fikri ve her cephesiyle, Uzun, etraflı, "akademik" bir tahlil ve terkibe tabi tutmadığınız, sadece birkaç dakikalık hitabe, üç beş satırlık hülâsa şivesiyle kıymet hükmüne bağlamaya çalıştığımız için misallerden kaçınıp, son görüşümüzü şöyle mühürlüyoruz:

Bütün bu ana meseleleri, temel ölçüleri, şahsı ve eseriyle ortaya atan, meydana çıkaran Akif onlarda ister kuvvetli, ister hafif olsun büyük dâva ve mücâdelenin ilk, tamamıyla ilk selim akıl ve hüsnü temsil ettiği için, örnek şahsiyet mevkiindedir; ve yarının bu dâvada zuhurunu beklediğimiz büyük adamı ve elmas nesli, öndeki bu ilk örnek haysiyetini daima azizleştirecektir.

Dâva, Mehmed Akif i anma vesilesiyle, yarın arkasından muhteşem bir tulûğ, birdenbire bir tepecik üzerinde peydahlanacak şanlı süvari gibi, o büyük adamı ve ardındaki ovalar dolusu yeni gençliği gözlemekten ibarettir.

Ne zaman?..

"Kimbilir, belki yarın, belki yarından da yakın..."


(Hitabelerim adlı eserden iktibastır) 




Sezai Karakoç'un Kaleminden Mehmet Akif Ersoy...



Boşluğa uzanmaktan sıkıldım artık!

Yeniden bir şeyler için zaman ayırabiliyor olmak, ahh! Vuslat değil sanki… Bir iki kitap alıp görüş alanımın içinde bir yerlere bıraktım ve günlerce orada kaldılar… Değişime ve Heraklit’e küfrettim… Zaman biraz daha sıcakkanlı davransa da bana, benim ona yüz vermeye pek niyetim yok… Buralar epeydir tenha zaten… Arka cebime sustalı sıkıştırmadan kalemi elime alamıyorum. Bugünün zalimleri dünün zalimlerinden çok daha komikler. Postmodernizm bu mu yoksa?! Einstein’a versem de bir düzene soksa şu harfleri… Benim, şu ara, pek mecalim yok!..

Geçenlerde iki şiir okudum, çok iyi geldi… Siz de okuyun… Belki size de iyi gelir…

5 Nisan 2010 Pazartesi