Sevginin kirpiklerindeki rimel buharlaşmaya başlıyor. Şüphesiz göz yaşlarının buna katkısı var. Ağlayan,zırlayan bir kadın değil o… Onun deyimiyle “gözyaşlarına hakim olamayan” bir yanı var. Bu sadece onun eseri,tabii benden sonra. Ona sorarsanız, bunca mutluluğun ardından her şeyi mahvetmeye hakkım yok. Benimse bundan haberim yok. Neyi mahvettiğimi,daha doğrusu ‘NASIL?’ mahvettiğimi bilmiyorum.
- Bir öpücük,sadece bir öpücüktür’ demiştim.
O an tüm silahlarıyla beni etkisiz hale getirmeye kalktı. Dudaklarımı işgal eden o sıcaklık, göğüslerine götürdüğü ellerim,okşanan saçlar ve ardından bir tokat;sadece bir simge olarak bile yeterince onur kırıcı. Söylenecek pek fazla söz kalmamıştı. Sustum…
Bir sigara yaktım. Kayalığın tepesine çıktım. En yakındaki şilebin adını okudum: Amsterdam. ‘Amsterdam limanında şimdi denizciler vardır’ dedim,sesim usulca kayalıktan kopup denize düştü. Sevgi duymadı bunları. Duysaydı? Duysaydı,belki delil poşetini açar,eldivenli elleri ve maşa ile içine koyardı sözlerimi. Denizcilerse ‘işerlerdi benim ağladığım gibi o kadınların üstüne.’
Her katil sonunda suç mahalline dönermiş ya, yanıma ilişti. Sigaramın filtresini de içmeye çalışıyordum o ara. Bakışlarını bana çevirdi,kayalığın üstünde dengesini sağlamak amacıyla omzuma dokundu ve
- ‘dürüst olman güzel’ dedi.
Bir an için aptalca bir umut doldu içime ya da kalbimin atışı öyle hızlandı ki göğüs kafesim dar gelmeye başladı. Henüz sözünü bitirmemişti.
‘Bir kadın es veriyorsa konuşurken, inan ki söylemek için kendini hazırladığı cümleler felaket habercisidir;ya yatağa,ya nikaha,ya da yalnızlığa çıkar sonu’ demişti, küçük Ceylan çalan bir meyhanede, talihsizce yanına oturduğum, susmak bilmeyen sarhoş. Hak vermiştim ilk duyduğumda bu sözlere; o zamanlar hep yatağa çıkardı yolum. Şimdi, keşke o sarhoşla hiç karşılaşmamış olsaydım diyorum. Nitekim tüm bu düşünceler çığa dönüşüp yüreğimden göz kapaklarıma doğru yol alıyorken onun sesi ve sıcak bir rüzgarın bana armağan ettiği kokusu beni kendime getirdi.
- de bu kadar da olmaz ki’ dedi,sinirli,titrek bir tonda.
- bu kadar mı?’ diye sordum.
Mideme bir yumruk geçirmesini,suratıma tükürmesini,beni denize atmasını düşleyerek. Ne demek istediğini bunca açıkça anlamak,bu gerçekten kaçamamak fazlasıyla umutsuz bir durumdu. Budalalığımın cezasını nakit olarak ödemek istiyordum.
Gerçekler rahatsız edici olduğunda ben daha rahatsız edici olmaya çalışırım. Huyum bu.
Sevgi,beni ne denli iyi tanıdığını gösterdi ve
- senin bile anlayabileceğin kadar saçma’ dedi.
- Anlıyorum’ dedim.
Dudağımdaki sigara cesedinden zarif bir vole ile kurtulup yeni bir tane yakmak için pakete uzandım. Elimdeki paketi kapıp denize attı. Bu da bir ödeme sayılır. Kendimi biraz daha masum hissettim.
- Ne kadar da ustasındır duymak istediğin sözleri ağzımdan almaya. Şimdi duymak istemiyorsun diye kaçacak delik arıyorsun.’ Dedi.
- Sözlerin ve lütufların kaçamayacağım kadar gerçek. Benim masumiyetimse senin anayasan gereği suç. Bir öpücüğe ihtiyacı vardı. O kadar. Sadece bir hediye.’ Diyerek,sözlü olarak verdim ifademi.
Gözlerindeki öfke yanlış limanlara doğru yelken açtığımı gösteriyordu. Öpücük. Öpücük. Öpücük. Sanırım bu kelimeyi sözlüğümden çıkarmalıyım.
O ise ‘hediye’ kelimesine takıldı. Onunla dalga geçtiğimi ,saçma sapan bahanelerle ondan kurtulmak istediğimi ama bunun o kadar da kolay olmadığını anlattı önce. Sonra bir mendil çıkarıp göz yaşlarını sildi. Kendini toparlamaya çalıştı. Beceremeyince, iyice azıttı ve hıçkıra hıçkıra ağlayarak, zaman zaman sesini iyice yükselterek, beni hiç anlayamadığını,bir gün delice sevip ertesi gün öldürmeyi düşlediğini, öpücük mevzusunun etrafında dönüp dönüp aynı yere gelerek,neredeyse bir yüzyıl süren o akşamüstü, geceye sığınana dek anlattı,anlattı,anlattı.
- Ah,mimoza. Sen de anlamıyorsan bunu,başka hangi lisanla anlatılabilir’ dedim kekeleyerek. Bu kelimelerin ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Duvarımdaki bir karikatürde yazılıydı bunlar. En az yüz kere aklamıştım kendimi bu kelimelerle. Sevgi ise ‘artık bunu yemezler’ tavrında:
- senin sevgili alıntıların’ Dedi.
- kaç kere kandım bunlara. Ne kadar aptalmışım. Ben mimoza isem şimdi anlamama hakkımı kullanmak istiyorum. Mümkünse artık başka bir lisanla konuşalım.’ Diye, ters köşeye yatırdı beni.
Yeterince açıktı. Başka bir lisan şarttı. Fakat, en yakın arkadaşlarından birine verdiğim hediyenin niteliğini ve amacını nasıl anlatabilirdim ki. Ben de bir zamanlar o kadar yalnız ve çaresizdim mi diyecektim. Hatta bunu sırf sevginin arkadaşı olduğu ve onunla bir kez olsun sevişmeyi düşlemediğim için yaptığımı. Yani birkaç dakikalığına hayali bir kahraman olup, ertesinde öptüğüm dudaklardaki mutluluğu görüp rahatladığımı ve bana düşen misyonu tamamlayıp yeniden sevginin kıyılarına döndüğümü nasıl anlatacaktım.
- başka bir lisan yok’ dedim.
Sevgi kendi paketinden bir sigara uzattı. Bir tane de kendisi aldı. Sigarasını yaktım, sonra kendiminkini.
- İyi öyleyse, öğrenince bana haber ver’ dedi.
Kayalıktan inmesine yardım ettim. Onu otobüs durağına bıraktım. Gidene kadar bekledim. Gittiğinde sanki belleğimdeki tüm kelimeler de onunla beraber gitmişti. Otobüs durağındaki büfeye yanaştım. Bir paket sigara isteyecektim ama kullanacak tek bir kelimem bile yoktu. Parayı adama uzattım,camekana dizili sigaralar arasından almak istediğimi işaret ettim.Büfedeki adam bozuntuya vermemeye çalıştı. Beni dilsiz sanmıştı,sanırım biraz da sağır. ‘vah,zavallı’ dedi, ‘gören de sapa sağlam sanır’
Sigarayı ve para üstünü alıp sırtımı denize, yüzümü evime doğru çıkan o sonsuz yokuşa verdim.Paketi açıp bir sigara daha yaktım ve yangın içime sızdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder