Haylaz bir çocuktum. Asla zeki olmak istemedim. Zeki çocukları tek kale maçlara bile almazlardı çünkü sokaklarda. Zeki çocuklara sigara ikram etmezdi hiç kimse. Daha ilkokulda başladı 400 darbe günlerim, okuldan kaçışlarım: göl kenarına iner, kapan kurar, saka yakalardık, kurbağa bacağı yer, ucuz şaraplar içerdik. Neydik ki daha…
Serseri olunmaz delikanlı olunurdu o sokaklarda. Tabanca, kavga, dövüş değildi ama delikanlılık. Adı üstünde, deli dolu olmaktı. Yaşama bomba olup düşmekti. Daha neydik ki; el kadar çocuklar ki daha bıyıklar terlememiş, kadın nedir haberimiz yok, kuşların, yokuşların peşi sıra koşuyorduk. Terleyip hasta olan çocuklardık. Kendi bahçesinden elma aşıran. Kendi düşlerinden düşler devşiren. En çok neyin hayalini kurardık? Brezilya, Afrika limanlarına varmayı mı? Sahi, dünya ne kadar büyük olabilirdi ki? Yunan dağlarının ardında kaybolurdu güneş. Yunanistan bu kadar yakınken, ne kadar uzakta olabilirdi dünya? Öğrenemedik hiç. Tilkilerin peşine düşmüştük bir akşam üstü. Kırlara uzamıştık. Yetişememiştik. Yetişmek istememiş miydik yoksa? Bir meşenin altına uzanıp uyumuştuk. Gecenin bir yarısı, koyu karanlığın ortasında uyanıp nasıl da korkmuştuk… Kırılmıştı cesaretimiz. Sonra, herkes kendi yanlışına yol almıştı. Günler nedir ki demişti birimiz, yıllar var daha önümüzde… Bir daha hiç yüzyüze gelememiştik. Kırılmıştı cesaretimiz. Birbirimizden haber aldıkça daha da kırılganlaşmıştı yalnızlığımız… Daha neydik ki…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder