‘Karanlıksın ve her şeyden çok korkuyorum senden’ dedi adam. ‘Karanlıksın ve her şeyden çok korkuyorum senden’ dedi kadın. Gece, küstahlığı ile geçiştirmeyi denedi bu anı. Kadınsa tutsaktı inançlarına ve susmak hususunda diretti. Adam, bir sigara yaktı ve usulca bıraktı ruhunu kadının ellerine. Kadın bunun farkına varmadı. ‘Keşke’ dedi adam, ‘ Keşke her hangi bir şey seni keşfetmek kadar güzel olsa… Senin renklerin var, ellerin var…’ dedi adam. ‘ Senin yağma görmemiş bir halin var ve sakinsin bir dağ gölü kadar. Keşke sen bunun farkında olsan’
Kadının elleri adamın ruhunun farkına vardı. Ruhu sardı, öptü ve saçlarına bir toka gibi iliştirdi kadın. ‘Nasıl, yakıştı mı?’ diye sordu adama. Adam sigaranın dumanıyla bir perde çekti aralarına ve sustu. Kadın ruhu saçlarından çıkardı ve avucunda iyice sıkıp, kırıştırıp adama geri uzattı. Adam ruhunu aldı ve fark ettirmeden kadının gözlerine sakladı. ‘Karanlıksın ve her şeyden çok korkuyorum senden’ dedi kadın. Adam, sigarasını söndürdü ve ‘Keşke’ dedi. ‘Keşke bir gün batımı kadar kısa sürseydi her şey’ diye ekledi ardından.
Kadın makul bir insandı. ‘Belki de öyleydi de biz farkına varmadık’ dedi. Israrla kederine afyon üflüyordu kadın adamın. Adam bundan rahatsız oldu. Oturduğu yerden kalktı, kapıya doğru yürüdü. Tam paltosunu alıp çıkıyordu ki kadın tüm karanlığı ile yanında bitiverdi. Dudaklarıyla adamın dudaklarını esir aldı. Sanki bir ödülmüş, bir hediyeymiş gibi sundu kendini. Adam yeterince düşmüştü. Kendi kendisine bile kefil olamazken, ne zararı olurdu ki bu hediyeyi kabul etmenin?! Kabul etti ve sermayesinin son bir kaç kuruşunu da o evde, o kapının önünde, terler içinde, titreye titreye bıraktı...
29 Eylül 2014 Pazartesi
HEDİYE
Etiketler:
HEDİYE,
HEDİYE şiiri oku,
HEDİYE nasıl verilir,
HEDİYE şiiri,
HEDİYE tebrikleri,
HEDİYE yayıları,
Kayra,
Öyküler
Alternatif bir tarih yazısı
Şimdi size anlatacaklarıma inanmasanız iyi edersiniz. Bir kez kandırabilirsem sizi, bir dahaki sefere, daha yürekten dinlersiniz söyleyeceklerimi. Sokaklarda, kendi ölümlerinden kaçan hayaletlere dönebilir; kuzey-güney, doğu-batı yollarında sırf haritayı ikiye bölebilmek için yol alırsınız. Bu sözlerimi dikkate almaz da bana deli muamelesi yaparsanız çok sevinirim. “Çünkü, yalnızlık benim tanrımdır.” Sakın yanıma ilişmeyin.
“Bu dünya gerçek olsaydı ne korkunç olurdu” dediğinden beri o, bu düşünce durdu. Betonarme cehennemlerin gölgelerinde bir yosundum o zamanlar. Kimsenin düşleri olabileceğine dair ümidim yoktu. Yaşamak başlı başına ıstıraptı ve kedilerden başka hiçbir nesne bunun farkında değildi. Dokuz canını da hiç gözünü kırpmadan beş dakikada veren kediler tanımıştım, boyunlarında altın zincirler ki sırf racon icabı.
Yenilgiler ki en haysiyetli yanımızdı. Susar, sigara içerdik. Susar, göz yaşlarımızı müebbede mahkum ederdik. Ağlasak, bu dünya gerçek olacaktı. Ağlasak, geride hiçbir rüya kalmazdı. Sustuk ve ağlamadık.
Herkesin bir sevdası, bir sevdalısı oluyordu, öyle ya da böyle. Herkesin bir ceketi, bir çift ayakkabısı vardı. Herkesin bir pantolonu, bir çift gözü ( kör ya da değil ama hep kapalı ), herkesin bir öfkesi vardı. Ben, herkesin öfkesi, herkesin içindeki şiddettim.
O ölü kıyılarda, plastik bardaklarımızdaki rakıları yağmur sulandırırdı. Hayalet şileplere bakar ve ölümü kandırmanın planlarını yapardık. Kimse kimsenin yalnızlığına karışmazdı; kimse kimsenin küfrüne, kirine, günahına… O zamanlar bizim Müslüm Baba’mız vardı! Uzak şehirlerde bizi bekleyen suçlarımız. Suçluyduk ve ilk suçtan beri kaçak… Doğmak ki günah ve kasten cinayetti.
Lüzumsuz adamların korkusuzluklarından, gece, durmadan cinayetler türetirdi.
BEN
ELİMİ
İLK SENDE
KANA BULADIM…
Yalnız kar vardı ve kardan başka her şey yalandı. Camları çatlatan çılgın bir soğuk ve yolları saklayan hain bir ayazdı. Sana çıkan tüm yollarımı yitirmiş, yıkılmıştım. Biri bi el silah sıksa sanki bütün ülke ölecekti. Kalemlerim donmuş, belleğim sana yakarışlarla dolmuştu. “İmdat! Yine mi karlardan yollar örtülüyordu.” İmdat! Yine mi yollarda aşklar boğuluyordu. İmdat! İmdat! İmdat! S.S. Sevdalınız, sulara gömülüyordu.
“Bu dünya gerçek olsaydı ne korkunç olurdu” dediğinden beri o, bu düşünce durdu. Betonarme cehennemlerin gölgelerinde bir yosundum o zamanlar. Kimsenin düşleri olabileceğine dair ümidim yoktu. Yaşamak başlı başına ıstıraptı ve kedilerden başka hiçbir nesne bunun farkında değildi. Dokuz canını da hiç gözünü kırpmadan beş dakikada veren kediler tanımıştım, boyunlarında altın zincirler ki sırf racon icabı.
Yenilgiler ki en haysiyetli yanımızdı. Susar, sigara içerdik. Susar, göz yaşlarımızı müebbede mahkum ederdik. Ağlasak, bu dünya gerçek olacaktı. Ağlasak, geride hiçbir rüya kalmazdı. Sustuk ve ağlamadık.
Herkesin bir sevdası, bir sevdalısı oluyordu, öyle ya da böyle. Herkesin bir ceketi, bir çift ayakkabısı vardı. Herkesin bir pantolonu, bir çift gözü ( kör ya da değil ama hep kapalı ), herkesin bir öfkesi vardı. Ben, herkesin öfkesi, herkesin içindeki şiddettim.
O ölü kıyılarda, plastik bardaklarımızdaki rakıları yağmur sulandırırdı. Hayalet şileplere bakar ve ölümü kandırmanın planlarını yapardık. Kimse kimsenin yalnızlığına karışmazdı; kimse kimsenin küfrüne, kirine, günahına… O zamanlar bizim Müslüm Baba’mız vardı! Uzak şehirlerde bizi bekleyen suçlarımız. Suçluyduk ve ilk suçtan beri kaçak… Doğmak ki günah ve kasten cinayetti.
Lüzumsuz adamların korkusuzluklarından, gece, durmadan cinayetler türetirdi.
BEN
ELİMİ
İLK SENDE
KANA BULADIM…
Yalnız kar vardı ve kardan başka her şey yalandı. Camları çatlatan çılgın bir soğuk ve yolları saklayan hain bir ayazdı. Sana çıkan tüm yollarımı yitirmiş, yıkılmıştım. Biri bi el silah sıksa sanki bütün ülke ölecekti. Kalemlerim donmuş, belleğim sana yakarışlarla dolmuştu. “İmdat! Yine mi karlardan yollar örtülüyordu.” İmdat! Yine mi yollarda aşklar boğuluyordu. İmdat! İmdat! İmdat! S.S. Sevdalınız, sulara gömülüyordu.
Etiketler:
Arthur Rimbaud,
Jack Kerouac,
Kayra,
Metinler,
Otobiyografi,
Tanıdığım İnsanlar
Seni Bana Getiren Her Talihsizliği Seviyorum Aslında. Hatta Senden Bile Fazla...
Aslında buraya gelmek istememiştim. Yapacak başka işlerim vardı. Televizyonun karşısına geçip sızana kadar içmeyi, en çok izlenen programları izleyip sıkılmayı, bulaşıkları yıkamamayı, çöpü dışarı çıkarmamayı, çalan telefonlara cevap vermemeyi(tabii çalarsa), üst komşum ne kadar gürültü yaparsa yapsın sesimi çıkarmamayı düşünüyordum. Listemde çok önemli bir konuyu es geçtiğimi kapım çalınınca fark ettim. Hemen önümdeki sehpada duran buruşuk kağıt parçasına uzandım. Kapıyı açmamakla ilgili bir madde yazmamıştım…
Sokağa adımımı atar atmaz ‘yağmur yağıyor’ diye sızlanayım dedim ki o an başımın üstünde bir şemsiye belirdi… Belli ki benden daha hazırlıklıydılar. Öyle hemen pes edecek biri olmadığım için; sırasıyla, hiçbir taksinin durmamasından, bir taksiye beş kişi binmenin hiç de iyi bir fikir olmadığından, trafikten, gittiğimiz evin beşinci katta oluşundan yakındım. Hepsinde de ağzımın payını aldım: ard arda iki taksi durdu, ikiye bölünüp iki taksiye bindik, şoför ara sokaklara dalıp zekice trafikten kurtuldu ve tabii ki apartmanda asansör vardı…
Evdeki herkesi tanıyordum. Onlar da beni… Üstelik seni… Orada göreceğimi hiç ummuyordum… Kışı daha ekimde karşılamıştım. Geceleri yorganla yatmaya alışmıştım. Sabahları üşüyerek uyanmaya alışmıştım. Hatta dişlerimi bile fırçalıyordum. Ahh! Diş ağrıları neredeyse öldürecekti beni.
Geçen gün bana hediye ettiğin kitabı buldum. Bir kitaba sarılarak uyumamıştım hiç. Aklıma geldi, istedim, çok istedim ama yinede yapmadım. Bir kitaba sarılarak uyumadım hiç.
Kimse neler yapıyorsun diye sormadı. Balkondan sokağı izledim saatlerce. Trafik ışıkları yanıp yanıp sönmeye başlamıştı. Evdeki gürültü durmuş, kalabalık azalmış, kimsenin el sürmediği şarapların tümünü içmiştim.
Bundan üç yıl önceydi. Henüz kedilerimi alıp gitmemiştin. Gitmiştin de kedileri henüz almamıştın. Zuhal, Müjde ve ben hala –eğer yeterince alkol almışsak- mutlu olabiliyorduk. Sonra sen… Beni kedileri zehirlemekle suçlamıştın. Kedi mamasına votka koymakla itham etmiştin beni… Ben onların mamasına hiç votka koymamıştım. Çünkü Zuhal rakıyı, Müjde kanyağı seviyordu.
Bunları düşünürken dalıp gitmişim, omzuma bir el dokununca irkildim. Misafir odasına senin için yatak açtım dedi. Ben eve gideyim dedim. Gitme dedi. Sabah balığa gideceğiz, balık tutmayı seversin. Zaten sen varsın diye böyle bir plan yaptık. Tamam dedim. Bana yarısı içilmiş viski şişesini uzatıp içeri girdi. Balkonun kapısını kapatmayı unutma dedi.
Unutma demiştin sen de, çıkarken anahtarını almayı unutma! Unutmuştum tabii ki… Eve dönmene daha iki gün vardı. Çilingir evin bana ait olduğunu ispatlamamı istemişti. Henüz o eve yeni taşınmıştık. Komşuların hiçbiri beni tanımıyordu çünkü evi sen bulmuştun, sen tutmuştun, taşıma şirketini sen ayarlamıştın. Ben bütün eşyalar yerleştikten sonra gelmiştim. O eve taşınmayı hiç istememiştim. O taşınma işiyle uğraşmamak için bir iş uydurmuş ve gidip bir hafta tatil yapmıştım. Bunu biliyordun ama sesini çıkarmadın. Daha eve dönmene iki gün vardı. Çilingir kapıyı açmayacağını söylüyordu. Üzerimde hiç para yoktu zaten. İsa’yı bulmaya çalıştım ama yoktu. On beş gündür kimse onu görmüyordu. Sali’ye uğradım, balığa çıkmış sabaha karşı, belki akşam döner dedi Sabri. Bir karısı olmasa, üç de çocuğu, Sabri’de de kalabilirdim aslında. Ne var, hayırdır? Diye sordu. Yok bir şey dedim. Sen neden aradığımı sorduğunda da sana aynı şeyi söylemiştim. Unutma demiştin telefonu kapamadan önce: Kedileri aç bırakma sakın! Fena halde acıkmıştım. Aynur’un ıspanaklı böreği, ağzım sulanmıştı. Gitmemem gereken tek yerdi belki de Aynur’un evi, bu yüzden oraya gittim. İki gün onda kaldım. Sonra sen geldin. Neredeydin dedin. Sali’yle balığa çıktık dedim. Buna inanıp inanmadığını hiç sormadım sana.
Balkonun kapısını kapatıp içeri girdim. Salonda, tanımadığım bir kaç kişi koltuklara uzanmış horlaya horlaya uyuyorlardı. Kim olduklarını merak etmedim. Misafir odasına gidip yatmadan önce mutfağa uğradım. Niyetim su içmekti ama bulaşıkları gördüm ve yıkadım. Neden yaptım bilmiyorum ama onları kurulayıp yerlerine yerleştirince mutlu oldum. Artık uyuyabilirim dedim. Uykuyu hakettin. Mutfağın ışığını kapatınca havanın aydınlandığını farkettim. O an geride kalan günün bütün yorgunluğu üzerime boşandı. Misafir odasına ilerledim. Kapıyı açtım. Seni gördüm. Uyuyordun. Bütün bunların aslında ne için olduğunu anladım. Ama artık çok geçti. Kapıyı kapatım salona döndüm. Halının üzerine uzandım.
Sokağa adımımı atar atmaz ‘yağmur yağıyor’ diye sızlanayım dedim ki o an başımın üstünde bir şemsiye belirdi… Belli ki benden daha hazırlıklıydılar. Öyle hemen pes edecek biri olmadığım için; sırasıyla, hiçbir taksinin durmamasından, bir taksiye beş kişi binmenin hiç de iyi bir fikir olmadığından, trafikten, gittiğimiz evin beşinci katta oluşundan yakındım. Hepsinde de ağzımın payını aldım: ard arda iki taksi durdu, ikiye bölünüp iki taksiye bindik, şoför ara sokaklara dalıp zekice trafikten kurtuldu ve tabii ki apartmanda asansör vardı…
Evdeki herkesi tanıyordum. Onlar da beni… Üstelik seni… Orada göreceğimi hiç ummuyordum… Kışı daha ekimde karşılamıştım. Geceleri yorganla yatmaya alışmıştım. Sabahları üşüyerek uyanmaya alışmıştım. Hatta dişlerimi bile fırçalıyordum. Ahh! Diş ağrıları neredeyse öldürecekti beni.
Geçen gün bana hediye ettiğin kitabı buldum. Bir kitaba sarılarak uyumamıştım hiç. Aklıma geldi, istedim, çok istedim ama yinede yapmadım. Bir kitaba sarılarak uyumadım hiç.
Kimse neler yapıyorsun diye sormadı. Balkondan sokağı izledim saatlerce. Trafik ışıkları yanıp yanıp sönmeye başlamıştı. Evdeki gürültü durmuş, kalabalık azalmış, kimsenin el sürmediği şarapların tümünü içmiştim.
Bundan üç yıl önceydi. Henüz kedilerimi alıp gitmemiştin. Gitmiştin de kedileri henüz almamıştın. Zuhal, Müjde ve ben hala –eğer yeterince alkol almışsak- mutlu olabiliyorduk. Sonra sen… Beni kedileri zehirlemekle suçlamıştın. Kedi mamasına votka koymakla itham etmiştin beni… Ben onların mamasına hiç votka koymamıştım. Çünkü Zuhal rakıyı, Müjde kanyağı seviyordu.
Bunları düşünürken dalıp gitmişim, omzuma bir el dokununca irkildim. Misafir odasına senin için yatak açtım dedi. Ben eve gideyim dedim. Gitme dedi. Sabah balığa gideceğiz, balık tutmayı seversin. Zaten sen varsın diye böyle bir plan yaptık. Tamam dedim. Bana yarısı içilmiş viski şişesini uzatıp içeri girdi. Balkonun kapısını kapatmayı unutma dedi.
Unutma demiştin sen de, çıkarken anahtarını almayı unutma! Unutmuştum tabii ki… Eve dönmene daha iki gün vardı. Çilingir evin bana ait olduğunu ispatlamamı istemişti. Henüz o eve yeni taşınmıştık. Komşuların hiçbiri beni tanımıyordu çünkü evi sen bulmuştun, sen tutmuştun, taşıma şirketini sen ayarlamıştın. Ben bütün eşyalar yerleştikten sonra gelmiştim. O eve taşınmayı hiç istememiştim. O taşınma işiyle uğraşmamak için bir iş uydurmuş ve gidip bir hafta tatil yapmıştım. Bunu biliyordun ama sesini çıkarmadın. Daha eve dönmene iki gün vardı. Çilingir kapıyı açmayacağını söylüyordu. Üzerimde hiç para yoktu zaten. İsa’yı bulmaya çalıştım ama yoktu. On beş gündür kimse onu görmüyordu. Sali’ye uğradım, balığa çıkmış sabaha karşı, belki akşam döner dedi Sabri. Bir karısı olmasa, üç de çocuğu, Sabri’de de kalabilirdim aslında. Ne var, hayırdır? Diye sordu. Yok bir şey dedim. Sen neden aradığımı sorduğunda da sana aynı şeyi söylemiştim. Unutma demiştin telefonu kapamadan önce: Kedileri aç bırakma sakın! Fena halde acıkmıştım. Aynur’un ıspanaklı böreği, ağzım sulanmıştı. Gitmemem gereken tek yerdi belki de Aynur’un evi, bu yüzden oraya gittim. İki gün onda kaldım. Sonra sen geldin. Neredeydin dedin. Sali’yle balığa çıktık dedim. Buna inanıp inanmadığını hiç sormadım sana.
Balkonun kapısını kapatıp içeri girdim. Salonda, tanımadığım bir kaç kişi koltuklara uzanmış horlaya horlaya uyuyorlardı. Kim olduklarını merak etmedim. Misafir odasına gidip yatmadan önce mutfağa uğradım. Niyetim su içmekti ama bulaşıkları gördüm ve yıkadım. Neden yaptım bilmiyorum ama onları kurulayıp yerlerine yerleştirince mutlu oldum. Artık uyuyabilirim dedim. Uykuyu hakettin. Mutfağın ışığını kapatınca havanın aydınlandığını farkettim. O an geride kalan günün bütün yorgunluğu üzerime boşandı. Misafir odasına ilerledim. Kapıyı açtım. Seni gördüm. Uyuyordun. Bütün bunların aslında ne için olduğunu anladım. Ama artık çok geçti. Kapıyı kapatım salona döndüm. Halının üzerine uzandım.
Etiketler:
Öyküler
Dönecek misin?
Dışarısı çok soğuktu ve kar yağıyordu. Aslında gidecek bir yerim yoktu ama gitmeliydim. Burada kaldığım her saniye hesaplaşması çok daha zor hatalar yapmaya devam edecektim. Yinede, öylece çekip gidemezdim. Duştan çıkmasını bekledim. İki kahve hazırladım. Birini mutfak masasının üzerine bıraktım -şekersiz olanı-, kendi kahvemi alarak cam kenarındaki koltuğa uzandım. Doğru bir cümle olmalıydı. Evet, mutlaka olmalıydı. Bu durumu açıklamalıydım. Doğru cümleyi bulamadan duştan çıkıp geldi. Kahvaltı etmek ister misin? diye sordu. Dolapta yiyecek bir şey yoktu. En az dört defa kontrol etmiştim. 'Hayır' dedim. 'Sen bilirsin' dedi. Tezgahın üstündeki rafı açıp mısır gevreği çıkardı. Musluğu açıp biraz su ekledi ve bulaşıkların arasından bir kaşık alıp masaya oturdu ve yemeye başladı. İçimden neden oraya da bakmadın ki diye yakındım. Açtım. Gerçekten açtım. Ama şimdi aç değilmiş gibi davranmalıydım. Koltuktan kalktım, yatak odasına gittim. Yatağın yanında, yerde durmakta olan sigara paketini alıp mutfağa döndüm. Hala musluk suyuyla yaptığı mısır gevreğini yiyordu. Bir yandan da buz gibi olmuş kahveyi içiyordu. Paketten bir sigara alıp paketi masaya bıraktım ve koltuğa, az önce uzandığım yere uzandım. Mısır gevreğini bitirdi, tabağı durulamadan bulaşıkların yanına bıraktı, masadaki paketten bir sigara alıp yaktı ve yanıma uzandı. Lütfen sarılma, lütfen sarılma diye yalvardım içimden. Sarılmadı. Sigarasından bir nefes alıp yüzüme üfledi. 'Sigaranı yakmamışsın' dedi. 'Biliyorum' dedim. 'Bilmiyorsun' dedi. Bilmiyordum. O söylemese farkına bile varmazdım. 'Biliyorum' dedim, sesimi biraz yükselterek. Onu yere itip koltuktan kalktım. Ayaklarımın altında öylece yerde yatıyordu. Hiç istifini bozmadı. Sadece, rahat edebilmek için, bir elini başının altına koydu, bir bacağını diğerinin üstüne attı. 'Dönecek misin?' diye sordu. 'Hayır!' dedim. 'Burada kalacağım. Zaten gidecek bir yerim de yok. Sen kovana kadar buradayım.' 'O zaman banyoya git ve yıkan' dedi. 'Çok pis kokuyorsun...'
Fotoğraf: Bill Brandt; Eaton Place Nude
billbrandt
Fotoğraf: Bill Brandt; Eaton Place Nude
billbrandt
Etiketler:
Öyküler
"ZAMAN! BİZE İLAÇ OL..."
Yere oturmuş sırtımızı duvara vermiştik. Ona aşıktım. Yani, bunu fark etmek üzereydim… Yarım saattir başka bir kadının harikuladeliklerinden bahsediyordum. Sadece ayakta duruşunu bile on dakika kadar övmüştüm. Yeryüzüne iade edilmiş bir tanrıçadan bahsediyordum. Bizi izleyen ya da duyan biri olsaydı, birazdan ona, o tanrıçayı yanıma getirsin diye yalvarmaya başlayacağımı sanabilirdi.
Ama hayır! Aslında tüm yapmak istediğim, “onu böylesi seviyor ve arzuluyorken sana karşı hissettiklerimi tarif bile edemiyorum” demeye çalışmaktı. Bunu, o tanrıçadan bahsetmeden de yapabilirdim. Hatta Fenerbahçe üzerinden, bir kadeh rakı üzerinden ya da sadece o an bize tüm samimiyetiyle gülümseyen güneş üzerinden de açıklayabilir, anlatabilirdim. Ama yapmadım! Çünkü bu, benim yaşadığım dünyanın yasalarınca dürüst olmazdı. Çünkü o tanrıça, onun arkadaşıydı ve ben hasbelkader kendimi kollarında bulduğum bu fani için, o tanrıçaya, her şeyi göze alarak karşı gelebilirdim. Hatta biraz gayret gösterip unutabilirdim bile.
En başından beri olmasa da, en azından son birkaç dakikadır artık bu durumdan sıkılmaya başladığını fark etmiştim. Birazdan bir arıza çıkaracak ve ben bir aşka daha hakkını veremeden veda edecektim. Bir an anlatıcı olmaktan çıkıp seyirci olmuştum ve kendimden nefret etmiştim. Bu kadar mı duygusuz olur bir insan? Bu kadar mı beceriksiz olur; kendisini sevdiği, kalbinin, adeta avucunda tuttuğun bir serçenin kalbi gibi attığı böylesi belli bir zarafet karşısında.
“Aysel git başımdan, seni seviyorum” demeliydim daha en başından. Ama adı Aysel değildi. Benim de Attila İlhan değildi. Yinede “masallardan bile büyük”tü o, “masallardan bile güzel”di.
Ayağa kalktım. Ellerimi koyacak bir yer bulamayınca, cebime soktum. Bana bakmıyordu. Bir kelime daha söylesem ağlayacaktı sanki. Ama ağlamadı. Hükmünü vermiş bir hakim gibi bakışlarını bana doğrulttu ve “onu sevdiğini söylemek için duygularımla bu kadar oynamana gerek yoktu” dedi. Birazdan kalkacak, gidecek ve sonsuza dek çekilecekti yolumdan. Bunu yaşamayı kabullenebilir miydim? Evet. İleride anlatacak bir hikayem daha olurdu. Peki onun gidişi buna değer miydi? Kesinlikle hayır.
Ne yapacağımı bilmiyordum ama bir şeyler yapmam gerekliydi. Hem de acilen. Durumu tamamen berbat etmiştim. Ağzımı ilk açtığımda, son sözümden sonra bana sarılıp “ben de seni en az bu kadar seviyorum” demesini umuyordum. Tüm varlığımı bu mucize bahse yatırmaya hiç de gerek yoktu aslında. Güray Onok böyle yapardı ama. O yüzden ben de aynen böyle yaptım. Tutmadı. Kuponu yırtıp atmalı mıydım? O an, Güray Onok olsa şimdi ne yapardı diye düşündüm. Gözüme papatyalar takıldı. Birini koparıp ona uzattım. Papatya falı bak dedim. “Çıkacak sonuca itiraz etmeyeceğim”
“Her şeyi berbat ettiğimin farkındayım. Bunlar söylenmemiş gibi yapamayacağımıza göre…Bırakalım papatyalar karar versin bu sevdanın kaderine.” Nasıl da saçmalamıştım…Bunu denemesini ummaktan başka çarem yoktu. “Sevmiyor” çıkması olasılığını kabullenip kaderimi beklemeye başladım. Veee…Evet! “Seviyor” çıktı. Şansım yaver gidiyordu. Tam o sırada teneffüs zili çaldı. Birazdan, bizim gibi derslerinden kaytarmamış olan arkadaşlarımız yanımıza gelecek, konu değişecekti. İkimizin de ekemeyeceği dersleri vardı üstelik sırada. “Zaman, bize ilaç ol” diye yalvardım içimden. Ve oldu. En azından bir süre daha…
Ama hayır! Aslında tüm yapmak istediğim, “onu böylesi seviyor ve arzuluyorken sana karşı hissettiklerimi tarif bile edemiyorum” demeye çalışmaktı. Bunu, o tanrıçadan bahsetmeden de yapabilirdim. Hatta Fenerbahçe üzerinden, bir kadeh rakı üzerinden ya da sadece o an bize tüm samimiyetiyle gülümseyen güneş üzerinden de açıklayabilir, anlatabilirdim. Ama yapmadım! Çünkü bu, benim yaşadığım dünyanın yasalarınca dürüst olmazdı. Çünkü o tanrıça, onun arkadaşıydı ve ben hasbelkader kendimi kollarında bulduğum bu fani için, o tanrıçaya, her şeyi göze alarak karşı gelebilirdim. Hatta biraz gayret gösterip unutabilirdim bile.
En başından beri olmasa da, en azından son birkaç dakikadır artık bu durumdan sıkılmaya başladığını fark etmiştim. Birazdan bir arıza çıkaracak ve ben bir aşka daha hakkını veremeden veda edecektim. Bir an anlatıcı olmaktan çıkıp seyirci olmuştum ve kendimden nefret etmiştim. Bu kadar mı duygusuz olur bir insan? Bu kadar mı beceriksiz olur; kendisini sevdiği, kalbinin, adeta avucunda tuttuğun bir serçenin kalbi gibi attığı böylesi belli bir zarafet karşısında.
“Aysel git başımdan, seni seviyorum” demeliydim daha en başından. Ama adı Aysel değildi. Benim de Attila İlhan değildi. Yinede “masallardan bile büyük”tü o, “masallardan bile güzel”di.
Ayağa kalktım. Ellerimi koyacak bir yer bulamayınca, cebime soktum. Bana bakmıyordu. Bir kelime daha söylesem ağlayacaktı sanki. Ama ağlamadı. Hükmünü vermiş bir hakim gibi bakışlarını bana doğrulttu ve “onu sevdiğini söylemek için duygularımla bu kadar oynamana gerek yoktu” dedi. Birazdan kalkacak, gidecek ve sonsuza dek çekilecekti yolumdan. Bunu yaşamayı kabullenebilir miydim? Evet. İleride anlatacak bir hikayem daha olurdu. Peki onun gidişi buna değer miydi? Kesinlikle hayır.
Ne yapacağımı bilmiyordum ama bir şeyler yapmam gerekliydi. Hem de acilen. Durumu tamamen berbat etmiştim. Ağzımı ilk açtığımda, son sözümden sonra bana sarılıp “ben de seni en az bu kadar seviyorum” demesini umuyordum. Tüm varlığımı bu mucize bahse yatırmaya hiç de gerek yoktu aslında. Güray Onok böyle yapardı ama. O yüzden ben de aynen böyle yaptım. Tutmadı. Kuponu yırtıp atmalı mıydım? O an, Güray Onok olsa şimdi ne yapardı diye düşündüm. Gözüme papatyalar takıldı. Birini koparıp ona uzattım. Papatya falı bak dedim. “Çıkacak sonuca itiraz etmeyeceğim”
“Her şeyi berbat ettiğimin farkındayım. Bunlar söylenmemiş gibi yapamayacağımıza göre…Bırakalım papatyalar karar versin bu sevdanın kaderine.” Nasıl da saçmalamıştım…Bunu denemesini ummaktan başka çarem yoktu. “Sevmiyor” çıkması olasılığını kabullenip kaderimi beklemeye başladım. Veee…Evet! “Seviyor” çıktı. Şansım yaver gidiyordu. Tam o sırada teneffüs zili çaldı. Birazdan, bizim gibi derslerinden kaytarmamış olan arkadaşlarımız yanımıza gelecek, konu değişecekti. İkimizin de ekemeyeceği dersleri vardı üstelik sırada. “Zaman, bize ilaç ol” diye yalvardım içimden. Ve oldu. En azından bir süre daha…
Etiketler:
Metinler
KENDİNİ KENDİNİN YERİNE KOYMA
Pavese, Yaşama Uğraşı’nda, “s e n” diye bahseder kendisinden. İnsanın kendisi için “s e n” olması, olabilmesi önemli bir şeydir. Başkalarına azarlatmaktansa, başkalarına zırlamaktansa; kendini azarlayıp, insanın kendisine zırlaması, zırhını parlatması için zaman kazandırır, fırsat tanır, başkalarına karşı. Yakınımıza kimseyi sokamadığımız, buna cesaret edemediğimiz bu ikinci el zamanlarda önemli bir savunma sanatıdır bu.
“s e n” dediğimiz, kendimizin yerine koyabilmekse kendimizi; bizi başkalarına, hayata ve kendimize karşı daha adil kılar. Bu, “s e n” olmaktan daha zor ve daha çok uğraş isteyen bir şeydir. ‘Ben bir başkası” ise, pekala “s e n” bizzat kendimiz olabilir.
Meseleyi biraz daha dallandırıp budaklandırmak için, kişisel tarihimde, bu düşüncenin su yüzüne çıkmaya başladığı zamanlara gideyim. Okuduğum ilk andan itibaren ezberime yerleşen Attila İlhan’ın Üçüncü Şahsın Şiiri’ne döneyim…
O şiirdeki üçüncü şahıs kimdir? Bunu daha önce düşündünüz mü bilmiyorum. Söz konusu üç kişiyse, her biri birbiri için birer üçüncü şahıstır aslında. Şiirin söylediğine kulak verirsek eğer, bizzat şiiri söyleyendir üçüncü şahıs. Peki şiiri okuyan ya da yaşayan? Bu şiiri çok sevmeme rağmen, bu şiirle ilişkimde hiçbir zaman üçüncü şahıs olmadım. Bu şiiri her duyduğumda, mırıldandığımda, aklıma geldiğinde içimdeki bir şeyleri sızlatan yanı “ne zaman maçka’dan geçse” şair, şairin felaketi oluşumdur benim. Yani ‘çöp gibi bir oğlan’ oluşumdur, onun ‘kalkıp bana gelişi’dir, ‘sabaha kadar kal’ışıdır. Yuttuğum ve kusamadığım pimi çekilmiş bir el bombası oluşudur “üçüncü şahsın şiiri”nin…Oysa böyle olmamalıydı. Ben de Maçka'dan geçmiştim. Benim de felaketim olmuştu, ağlamıştım. O, kalkıp o’na gitmişti. Sabaha kadar kalmıştı…Durumun asıl vahim yanı; sanırım parmaklarınızın ucunun yakılması değil, kirpiklerini eğip bakan o kadının o adama benzi mum gibi gidişi değil, o adamın kadını kabul ritüeli!..O'nu seven kadına karşı hayırsızlığı,gülüşü en çok, değil mi?..Ve ben çok güldüm, çok cenazeye benzedim, çok hayırsızdım, çoook!..Ne kadrim bilindi, ne kadir bildim. Çöp gibi bir oğlandım, ipinceydim. Hele o'nu kollarıma aldım mı...
Bu normal bir algılama mıdır? Belki de maçka'dan geçen adamken daha haklı iken ve daha duygu yüklü iken, çöp gibi bir oğlan olmayı kendime reva bulmam...Bu bir seçim mi? Hayır. Şiiri seçemezsiniz. Şiir sizi seçer!
BENÇOCUKKENÇOKAŞIKTIMABİLERVEHİÇFARKINABİLEVARMADIM
NEREYEVARDIMVENEKADARDIMBENÇOCUKKENÇOKAĞLATTIMALDAT
TIMVEALDIRMADIMBUNLARASADECEKENDİMİPARLATTIM!..
“S e n” olup, sen’i anlamaya başlamam o zamanlara denk düşer…Ve hatırlamam, kendimin de “başkaları için kötü bir düş olduğumu…” Kötü düşler eskiyip tedavülden kalkana kadar da yeniden ‘iyi bir adam’ olamayacağım. Yinede biliyorum yeryüzündeki en adi adamın kendim, yani “s e n olmadığını”
“S e n, şimdi kalkıp sokaklara çıkacaksın yine. Sokaklardan, yeniden kötü düşlere varacaksın…Bu sefer, daha adil ol kendine karşı! En azından, ödeyebileceğin kadarını borç al hayattan…”
***EMPATİ'NİN FİİL HALİ NEDİR? KİŞİLERE GÖRE NASIL ÇEKİMLENİR?KENDİNİ BAŞKALARININ YERİNE KOYMAK MIDIR TÜRKÇE KARŞILIĞI VE EĞER ÖYLE İSE KENDİMİZİ KENDİMİZİN YERİNE KOYARKEN BUNU HANGİ FİİLLE ANLATACAĞIZ? YOKSA DİL BİLGİSİ BİZİ BU DURUMDAN MUAF MI TUTUYOR???***
“s e n” dediğimiz, kendimizin yerine koyabilmekse kendimizi; bizi başkalarına, hayata ve kendimize karşı daha adil kılar. Bu, “s e n” olmaktan daha zor ve daha çok uğraş isteyen bir şeydir. ‘Ben bir başkası” ise, pekala “s e n” bizzat kendimiz olabilir.
Meseleyi biraz daha dallandırıp budaklandırmak için, kişisel tarihimde, bu düşüncenin su yüzüne çıkmaya başladığı zamanlara gideyim. Okuduğum ilk andan itibaren ezberime yerleşen Attila İlhan’ın Üçüncü Şahsın Şiiri’ne döneyim…
O şiirdeki üçüncü şahıs kimdir? Bunu daha önce düşündünüz mü bilmiyorum. Söz konusu üç kişiyse, her biri birbiri için birer üçüncü şahıstır aslında. Şiirin söylediğine kulak verirsek eğer, bizzat şiiri söyleyendir üçüncü şahıs. Peki şiiri okuyan ya da yaşayan? Bu şiiri çok sevmeme rağmen, bu şiirle ilişkimde hiçbir zaman üçüncü şahıs olmadım. Bu şiiri her duyduğumda, mırıldandığımda, aklıma geldiğinde içimdeki bir şeyleri sızlatan yanı “ne zaman maçka’dan geçse” şair, şairin felaketi oluşumdur benim. Yani ‘çöp gibi bir oğlan’ oluşumdur, onun ‘kalkıp bana gelişi’dir, ‘sabaha kadar kal’ışıdır. Yuttuğum ve kusamadığım pimi çekilmiş bir el bombası oluşudur “üçüncü şahsın şiiri”nin…Oysa böyle olmamalıydı. Ben de Maçka'dan geçmiştim. Benim de felaketim olmuştu, ağlamıştım. O, kalkıp o’na gitmişti. Sabaha kadar kalmıştı…Durumun asıl vahim yanı; sanırım parmaklarınızın ucunun yakılması değil, kirpiklerini eğip bakan o kadının o adama benzi mum gibi gidişi değil, o adamın kadını kabul ritüeli!..O'nu seven kadına karşı hayırsızlığı,gülüşü en çok, değil mi?..Ve ben çok güldüm, çok cenazeye benzedim, çok hayırsızdım, çoook!..Ne kadrim bilindi, ne kadir bildim. Çöp gibi bir oğlandım, ipinceydim. Hele o'nu kollarıma aldım mı...
Bu normal bir algılama mıdır? Belki de maçka'dan geçen adamken daha haklı iken ve daha duygu yüklü iken, çöp gibi bir oğlan olmayı kendime reva bulmam...Bu bir seçim mi? Hayır. Şiiri seçemezsiniz. Şiir sizi seçer!
BENÇOCUKKENÇOKAŞIKTIMABİLERVEHİÇFARKINABİLEVARMADIM
NEREYEVARDIMVENEKADARDIMBENÇOCUKKENÇOKAĞLATTIMALDAT
TIMVEALDIRMADIMBUNLARASADECEKENDİMİPARLATTIM!..
“S e n” olup, sen’i anlamaya başlamam o zamanlara denk düşer…Ve hatırlamam, kendimin de “başkaları için kötü bir düş olduğumu…” Kötü düşler eskiyip tedavülden kalkana kadar da yeniden ‘iyi bir adam’ olamayacağım. Yinede biliyorum yeryüzündeki en adi adamın kendim, yani “s e n olmadığını”
“S e n, şimdi kalkıp sokaklara çıkacaksın yine. Sokaklardan, yeniden kötü düşlere varacaksın…Bu sefer, daha adil ol kendine karşı! En azından, ödeyebileceğin kadarını borç al hayattan…”
***EMPATİ'NİN FİİL HALİ NEDİR? KİŞİLERE GÖRE NASIL ÇEKİMLENİR?KENDİNİ BAŞKALARININ YERİNE KOYMAK MIDIR TÜRKÇE KARŞILIĞI VE EĞER ÖYLE İSE KENDİMİZİ KENDİMİZİN YERİNE KOYARKEN BUNU HANGİ FİİLLE ANLATACAĞIZ? YOKSA DİL BİLGİSİ BİZİ BU DURUMDAN MUAF MI TUTUYOR???***
Etiketler:
Metinler
O kadının çıktığı yokuşlardan
aşağılara
aşağılara
aşağılara iniyorum her gece
Etiketler:
Laff...
A Benim Hevesli Serserim!
Şimdi kalkıp tanrıya hesap soruyordur uzaklarda bir çocuk. Oysa acımıyordur hiçbir yeri ve bilmez komşunun güvercinlerini nasıl kendi yuvasına getireceğini, bunun bir hırsızlık olmadığını, maharet gerektirdiğini.
Aç kalınca kuşların kafalarını koparıp, tüylerini yolup, pişirip yemeyi bilmelidir ve tabi ki en az bir orospunun kollarında uyanıp, tanımadığı kadının güzelliğine değil sıcaklığına vurulmayı tecrübe etmelidir.
Alkolden uykuya seyahat eden babaların, ağabeylerin arasına karışıp; rakı masalarında, kadından çokça laf açmanın bedeninde delikler açılmasına sebep olacağını, kan kaybederek öğrenmelidir.
Karakollardan toplanarak ya da karakollardan toplanacağının farkında olarak girişmelidir ilk hevesli suçlarına… Ve aidiyetinin farkına varmalıdır; hangi kadına, hangi sokağa, hangi babaya?
Uysal yanlarını susturmalıdır şimdi o çocuk, hesap sormayı bırakıp hesap vermeye başlamalıdır hayata… Hangi hükmün hangi firarla biteceğini bilemezsin, bu yüzden a benim hevesli serserim, itiraftan değil inkardan yana boz yeminlerini…
Kışkırt ama kızdırma paranın tanrılarını, kızıştır ama doyurma bedenin iflah olmaz yaralarını…
Aç kalınca kuşların kafalarını koparıp, tüylerini yolup, pişirip yemeyi bilmelidir ve tabi ki en az bir orospunun kollarında uyanıp, tanımadığı kadının güzelliğine değil sıcaklığına vurulmayı tecrübe etmelidir.
Alkolden uykuya seyahat eden babaların, ağabeylerin arasına karışıp; rakı masalarında, kadından çokça laf açmanın bedeninde delikler açılmasına sebep olacağını, kan kaybederek öğrenmelidir.
Karakollardan toplanarak ya da karakollardan toplanacağının farkında olarak girişmelidir ilk hevesli suçlarına… Ve aidiyetinin farkına varmalıdır; hangi kadına, hangi sokağa, hangi babaya?
Uysal yanlarını susturmalıdır şimdi o çocuk, hesap sormayı bırakıp hesap vermeye başlamalıdır hayata… Hangi hükmün hangi firarla biteceğini bilemezsin, bu yüzden a benim hevesli serserim, itiraftan değil inkardan yana boz yeminlerini…
Kışkırt ama kızdırma paranın tanrılarını, kızıştır ama doyurma bedenin iflah olmaz yaralarını…
Etiketler:
Metinler
Esnaf lokantalarına yakışan bir yanım var. Kolay kolay kimseye göstermem…
Günün siftahını yapınca yüzüme yerleştirdiğim içten bir gülücük, kazasız belasız geçen bir günün ardından dükkanı kapatmanın huzurlu ağırlığı; kapının önünde kediler, kasanın yanında kuş besleyen, sokağa çıkarken bastonunu ve şapkasını mutlaka yanına alan, mahallenin demirbaşı bir beden…
Biraz babama, biraz dedeme benzeyen…
Günün siftahını yapınca yüzüme yerleştirdiğim içten bir gülücük, kazasız belasız geçen bir günün ardından dükkanı kapatmanın huzurlu ağırlığı; kapının önünde kediler, kasanın yanında kuş besleyen, sokağa çıkarken bastonunu ve şapkasını mutlaka yanına alan, mahallenin demirbaşı bir beden…
Biraz babama, biraz dedeme benzeyen…
Etiketler:
Metinler
KIYIDA
Sevginin kirpiklerindeki rimel buharlaşmaya başlıyor. Şüphesiz göz yaşlarının buna katkısı var. Ağlayan,zırlayan bir kadın değil o… Onun deyimiyle “gözyaşlarına hakim olamayan” bir yanı var. Bu sadece onun eseri,tabii benden sonra. Ona sorarsanız, bunca mutluluğun ardından her şeyi mahvetmeye hakkım yok. Benimse bundan haberim yok. Neyi mahvettiğimi,daha doğrusu ‘NASIL?’ mahvettiğimi bilmiyorum.
- Bir öpücük,sadece bir öpücüktür’ demiştim.
O an tüm silahlarıyla beni etkisiz hale getirmeye kalktı. Dudaklarımı işgal eden o sıcaklık, göğüslerine götürdüğü ellerim,okşanan saçlar ve ardından bir tokat;sadece bir simge olarak bile yeterince onur kırıcı. Söylenecek pek fazla söz kalmamıştı. Sustum…
Bir sigara yaktım. Kayalığın tepesine çıktım. En yakındaki şilebin adını okudum: Amsterdam. ‘Amsterdam limanında şimdi denizciler vardır’ dedim,sesim usulca kayalıktan kopup denize düştü. Sevgi duymadı bunları. Duysaydı? Duysaydı,belki delil poşetini açar,eldivenli elleri ve maşa ile içine koyardı sözlerimi. Denizcilerse ‘işerlerdi benim ağladığım gibi o kadınların üstüne.’
Her katil sonunda suç mahalline dönermiş ya, yanıma ilişti. Sigaramın filtresini de içmeye çalışıyordum o ara. Bakışlarını bana çevirdi,kayalığın üstünde dengesini sağlamak amacıyla omzuma dokundu ve
- ‘dürüst olman güzel’ dedi.
Bir an için aptalca bir umut doldu içime ya da kalbimin atışı öyle hızlandı ki göğüs kafesim dar gelmeye başladı. Henüz sözünü bitirmemişti.
‘Bir kadın es veriyorsa konuşurken, inan ki söylemek için kendini hazırladığı cümleler felaket habercisidir;ya yatağa,ya nikaha,ya da yalnızlığa çıkar sonu’ demişti, küçük Ceylan çalan bir meyhanede, talihsizce yanına oturduğum, susmak bilmeyen sarhoş. Hak vermiştim ilk duyduğumda bu sözlere; o zamanlar hep yatağa çıkardı yolum. Şimdi, keşke o sarhoşla hiç karşılaşmamış olsaydım diyorum. Nitekim tüm bu düşünceler çığa dönüşüp yüreğimden göz kapaklarıma doğru yol alıyorken onun sesi ve sıcak bir rüzgarın bana armağan ettiği kokusu beni kendime getirdi.
- de bu kadar da olmaz ki’ dedi,sinirli,titrek bir tonda.
- bu kadar mı?’ diye sordum.
Mideme bir yumruk geçirmesini,suratıma tükürmesini,beni denize atmasını düşleyerek. Ne demek istediğini bunca açıkça anlamak,bu gerçekten kaçamamak fazlasıyla umutsuz bir durumdu. Budalalığımın cezasını nakit olarak ödemek istiyordum.
Gerçekler rahatsız edici olduğunda ben daha rahatsız edici olmaya çalışırım. Huyum bu.
Sevgi,beni ne denli iyi tanıdığını gösterdi ve
- senin bile anlayabileceğin kadar saçma’ dedi.
- Anlıyorum’ dedim.
Dudağımdaki sigara cesedinden zarif bir vole ile kurtulup yeni bir tane yakmak için pakete uzandım. Elimdeki paketi kapıp denize attı. Bu da bir ödeme sayılır. Kendimi biraz daha masum hissettim.
- Ne kadar da ustasındır duymak istediğin sözleri ağzımdan almaya. Şimdi duymak istemiyorsun diye kaçacak delik arıyorsun.’ Dedi.
- Sözlerin ve lütufların kaçamayacağım kadar gerçek. Benim masumiyetimse senin anayasan gereği suç. Bir öpücüğe ihtiyacı vardı. O kadar. Sadece bir hediye.’ Diyerek,sözlü olarak verdim ifademi.
Gözlerindeki öfke yanlış limanlara doğru yelken açtığımı gösteriyordu. Öpücük. Öpücük. Öpücük. Sanırım bu kelimeyi sözlüğümden çıkarmalıyım.
O ise ‘hediye’ kelimesine takıldı. Onunla dalga geçtiğimi ,saçma sapan bahanelerle ondan kurtulmak istediğimi ama bunun o kadar da kolay olmadığını anlattı önce. Sonra bir mendil çıkarıp göz yaşlarını sildi. Kendini toparlamaya çalıştı. Beceremeyince, iyice azıttı ve hıçkıra hıçkıra ağlayarak, zaman zaman sesini iyice yükselterek, beni hiç anlayamadığını,bir gün delice sevip ertesi gün öldürmeyi düşlediğini, öpücük mevzusunun etrafında dönüp dönüp aynı yere gelerek,neredeyse bir yüzyıl süren o akşamüstü, geceye sığınana dek anlattı,anlattı,anlattı.
- Ah,mimoza. Sen de anlamıyorsan bunu,başka hangi lisanla anlatılabilir’ dedim kekeleyerek. Bu kelimelerin ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Duvarımdaki bir karikatürde yazılıydı bunlar. En az yüz kere aklamıştım kendimi bu kelimelerle. Sevgi ise ‘artık bunu yemezler’ tavrında:
- senin sevgili alıntıların’ Dedi.
- kaç kere kandım bunlara. Ne kadar aptalmışım. Ben mimoza isem şimdi anlamama hakkımı kullanmak istiyorum. Mümkünse artık başka bir lisanla konuşalım.’ Diye, ters köşeye yatırdı beni.
Yeterince açıktı. Başka bir lisan şarttı. Fakat, en yakın arkadaşlarından birine verdiğim hediyenin niteliğini ve amacını nasıl anlatabilirdim ki. Ben de bir zamanlar o kadar yalnız ve çaresizdim mi diyecektim. Hatta bunu sırf sevginin arkadaşı olduğu ve onunla bir kez olsun sevişmeyi düşlemediğim için yaptığımı. Yani birkaç dakikalığına hayali bir kahraman olup, ertesinde öptüğüm dudaklardaki mutluluğu görüp rahatladığımı ve bana düşen misyonu tamamlayıp yeniden sevginin kıyılarına döndüğümü nasıl anlatacaktım.
- başka bir lisan yok’ dedim.
Sevgi kendi paketinden bir sigara uzattı. Bir tane de kendisi aldı. Sigarasını yaktım, sonra kendiminkini.
- İyi öyleyse, öğrenince bana haber ver’ dedi.
Kayalıktan inmesine yardım ettim. Onu otobüs durağına bıraktım. Gidene kadar bekledim. Gittiğinde sanki belleğimdeki tüm kelimeler de onunla beraber gitmişti. Otobüs durağındaki büfeye yanaştım. Bir paket sigara isteyecektim ama kullanacak tek bir kelimem bile yoktu. Parayı adama uzattım,camekana dizili sigaralar arasından almak istediğimi işaret ettim.Büfedeki adam bozuntuya vermemeye çalıştı. Beni dilsiz sanmıştı,sanırım biraz da sağır. ‘vah,zavallı’ dedi, ‘gören de sapa sağlam sanır’
Sigarayı ve para üstünü alıp sırtımı denize, yüzümü evime doğru çıkan o sonsuz yokuşa verdim.Paketi açıp bir sigara daha yaktım ve yangın içime sızdı.
- Bir öpücük,sadece bir öpücüktür’ demiştim.
O an tüm silahlarıyla beni etkisiz hale getirmeye kalktı. Dudaklarımı işgal eden o sıcaklık, göğüslerine götürdüğü ellerim,okşanan saçlar ve ardından bir tokat;sadece bir simge olarak bile yeterince onur kırıcı. Söylenecek pek fazla söz kalmamıştı. Sustum…
Bir sigara yaktım. Kayalığın tepesine çıktım. En yakındaki şilebin adını okudum: Amsterdam. ‘Amsterdam limanında şimdi denizciler vardır’ dedim,sesim usulca kayalıktan kopup denize düştü. Sevgi duymadı bunları. Duysaydı? Duysaydı,belki delil poşetini açar,eldivenli elleri ve maşa ile içine koyardı sözlerimi. Denizcilerse ‘işerlerdi benim ağladığım gibi o kadınların üstüne.’
Her katil sonunda suç mahalline dönermiş ya, yanıma ilişti. Sigaramın filtresini de içmeye çalışıyordum o ara. Bakışlarını bana çevirdi,kayalığın üstünde dengesini sağlamak amacıyla omzuma dokundu ve
- ‘dürüst olman güzel’ dedi.
Bir an için aptalca bir umut doldu içime ya da kalbimin atışı öyle hızlandı ki göğüs kafesim dar gelmeye başladı. Henüz sözünü bitirmemişti.
‘Bir kadın es veriyorsa konuşurken, inan ki söylemek için kendini hazırladığı cümleler felaket habercisidir;ya yatağa,ya nikaha,ya da yalnızlığa çıkar sonu’ demişti, küçük Ceylan çalan bir meyhanede, talihsizce yanına oturduğum, susmak bilmeyen sarhoş. Hak vermiştim ilk duyduğumda bu sözlere; o zamanlar hep yatağa çıkardı yolum. Şimdi, keşke o sarhoşla hiç karşılaşmamış olsaydım diyorum. Nitekim tüm bu düşünceler çığa dönüşüp yüreğimden göz kapaklarıma doğru yol alıyorken onun sesi ve sıcak bir rüzgarın bana armağan ettiği kokusu beni kendime getirdi.
- de bu kadar da olmaz ki’ dedi,sinirli,titrek bir tonda.
- bu kadar mı?’ diye sordum.
Mideme bir yumruk geçirmesini,suratıma tükürmesini,beni denize atmasını düşleyerek. Ne demek istediğini bunca açıkça anlamak,bu gerçekten kaçamamak fazlasıyla umutsuz bir durumdu. Budalalığımın cezasını nakit olarak ödemek istiyordum.
Gerçekler rahatsız edici olduğunda ben daha rahatsız edici olmaya çalışırım. Huyum bu.
Sevgi,beni ne denli iyi tanıdığını gösterdi ve
- senin bile anlayabileceğin kadar saçma’ dedi.
- Anlıyorum’ dedim.
Dudağımdaki sigara cesedinden zarif bir vole ile kurtulup yeni bir tane yakmak için pakete uzandım. Elimdeki paketi kapıp denize attı. Bu da bir ödeme sayılır. Kendimi biraz daha masum hissettim.
- Ne kadar da ustasındır duymak istediğin sözleri ağzımdan almaya. Şimdi duymak istemiyorsun diye kaçacak delik arıyorsun.’ Dedi.
- Sözlerin ve lütufların kaçamayacağım kadar gerçek. Benim masumiyetimse senin anayasan gereği suç. Bir öpücüğe ihtiyacı vardı. O kadar. Sadece bir hediye.’ Diyerek,sözlü olarak verdim ifademi.
Gözlerindeki öfke yanlış limanlara doğru yelken açtığımı gösteriyordu. Öpücük. Öpücük. Öpücük. Sanırım bu kelimeyi sözlüğümden çıkarmalıyım.
O ise ‘hediye’ kelimesine takıldı. Onunla dalga geçtiğimi ,saçma sapan bahanelerle ondan kurtulmak istediğimi ama bunun o kadar da kolay olmadığını anlattı önce. Sonra bir mendil çıkarıp göz yaşlarını sildi. Kendini toparlamaya çalıştı. Beceremeyince, iyice azıttı ve hıçkıra hıçkıra ağlayarak, zaman zaman sesini iyice yükselterek, beni hiç anlayamadığını,bir gün delice sevip ertesi gün öldürmeyi düşlediğini, öpücük mevzusunun etrafında dönüp dönüp aynı yere gelerek,neredeyse bir yüzyıl süren o akşamüstü, geceye sığınana dek anlattı,anlattı,anlattı.
- Ah,mimoza. Sen de anlamıyorsan bunu,başka hangi lisanla anlatılabilir’ dedim kekeleyerek. Bu kelimelerin ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Duvarımdaki bir karikatürde yazılıydı bunlar. En az yüz kere aklamıştım kendimi bu kelimelerle. Sevgi ise ‘artık bunu yemezler’ tavrında:
- senin sevgili alıntıların’ Dedi.
- kaç kere kandım bunlara. Ne kadar aptalmışım. Ben mimoza isem şimdi anlamama hakkımı kullanmak istiyorum. Mümkünse artık başka bir lisanla konuşalım.’ Diye, ters köşeye yatırdı beni.
Yeterince açıktı. Başka bir lisan şarttı. Fakat, en yakın arkadaşlarından birine verdiğim hediyenin niteliğini ve amacını nasıl anlatabilirdim ki. Ben de bir zamanlar o kadar yalnız ve çaresizdim mi diyecektim. Hatta bunu sırf sevginin arkadaşı olduğu ve onunla bir kez olsun sevişmeyi düşlemediğim için yaptığımı. Yani birkaç dakikalığına hayali bir kahraman olup, ertesinde öptüğüm dudaklardaki mutluluğu görüp rahatladığımı ve bana düşen misyonu tamamlayıp yeniden sevginin kıyılarına döndüğümü nasıl anlatacaktım.
- başka bir lisan yok’ dedim.
Sevgi kendi paketinden bir sigara uzattı. Bir tane de kendisi aldı. Sigarasını yaktım, sonra kendiminkini.
- İyi öyleyse, öğrenince bana haber ver’ dedi.
Kayalıktan inmesine yardım ettim. Onu otobüs durağına bıraktım. Gidene kadar bekledim. Gittiğinde sanki belleğimdeki tüm kelimeler de onunla beraber gitmişti. Otobüs durağındaki büfeye yanaştım. Bir paket sigara isteyecektim ama kullanacak tek bir kelimem bile yoktu. Parayı adama uzattım,camekana dizili sigaralar arasından almak istediğimi işaret ettim.Büfedeki adam bozuntuya vermemeye çalıştı. Beni dilsiz sanmıştı,sanırım biraz da sağır. ‘vah,zavallı’ dedi, ‘gören de sapa sağlam sanır’
Sigarayı ve para üstünü alıp sırtımı denize, yüzümü evime doğru çıkan o sonsuz yokuşa verdim.Paketi açıp bir sigara daha yaktım ve yangın içime sızdı.
UMUT KUŞU
“Kendimi bağışlıyorum, artık özgürsün.” Dedi. Sonunda bu meseleyi çözdüğümüze sevinmiştim. Herhangi bir şey söylersem işler yine karışabilirdi. Susup kuyruğumu bacaklarımın arasına sıkıştırdım. Bir an evvel oradan sıvışmam lazımdı. Bir iki adım attım ya da atmadım ki arkamdan belli belirsiz hıçkırıklar duydum. ‘Dönme sakın! Arkana bakma! Yürü, git!’ dedim ama kendimi kendime inandıramadım.
Onu sevmiyordum. Asla da sevmemiştim. Can sıkıntısından yanına oturduğum biriydi o da. Çok hasta olduğu için ona acımış ve sıkılmasını beklemiştim benden. Uzun zaman aldı bu. Kendime böyle bir iş edindiğimden pişman değilim aslında. Yıllar evvel; ressam olmak istedikten hemen sonra, miço olmaya karar vermeden hemen önce tiyatrocu olmak istemiştim. Rüzgarlı bir havada göğe saldığım uçurtmalarımın hepsini birden elimde tutamayacağımı anladığımda ilk olarak tiyatrocu olmaktan vazgeçmiştim. Şimdi, onunla ortaklaşa yazdığımız ama bir tiyatro oyunu olduğunu sadece benim bildiğim bir oyun sahneye koyuyorduk. Sahne tozu yutmuş ama ilk hapşırışında onu tekrar dışarıya atmış biri olarak hoşuma gidiyordu bu.
Kaba olmak ya da olmamak, konuşmak ya da susmak demekti. Kabalıkla çözemediğim, daha da düğümlediğim bir çileydi o. Oysa genelde kaba olmak kadınlardan kurtulmanın en kolay yoluydu. “Güzelim, ben senin kadar güzel değilim. Juliette Binoche’un oyunculuğuyla zerre kadar ilgilenmem” derdim ve belki biraz hakaret, belki bir tokat ya da sıvası dökülmüş bir duvar kıvamındaki bir yüzü karşımda bulur ve ‘bu kez de yırttın evlat’ diyerek sevinirdim. Oysa o çok hastaydı. Gerçekten hastaydı…
Diğer kadınları illet etmek için özenle yetiştirdiğim aykırı dallarıma takılmıştı. Bunu kazara yaptığına inanmak istiyordum ve onu, bunu kazara yaptığına inandırmak. Ama o, takıldığı dallara her gün çaputlar bağlıyor, iki kişilik bir yatak alacağım o güne adıyordu. ‘O gün asla gelmeyecek’ diyemezdim, ben de ‘bugün git, yarın gel’ yöntemini denedim. Türkiye bürokrasisinin ne kadar işe yarar bir şey olduğunu bu sayede fark ettim. Alışkanlıklar insanı hantallaştırıyor ve başını önüne eğmesine neden oluyordu. O da aynen bunu yaptı.
Bu karmaşayı budalalıklarımla çözemeyeceğimi anladığımda, karşılıklı monologlar yazmayı bıraktım. Onu dinlemeye başladım ama hiçbir zaman ona yanıt vermedim, soru sorduğunda ve hatta o sorunun muhatabı ben olduğumda bile…
Böylece, bir zamanlar umursuyor olduğumu varsaysan bile artık umurumda değil beni sevmen, seviyor olman ya da olmaman diyordum ona. Kurduğum bu cümleyi kendi diline çevirirken tökezlemişti o, bir şiir sanmıştı bunu. Birbirimize kendi dillerimizi öğretmemize rağmen ısrarla ikimiz de kendi dillerimizde konuşmaya devam ettik. İşler karıştıkça karıştı. İşler karıştıkça küçük ekonomik sarsıntıları kapitalizmin sonunun habercisi olarak gören küçük bir umut kuşu gibi kendi Berlin duvarımızı yeniden inşa edip başkalarından alı koyup bedenlerimizi ve ruhlarımızı, baş başa kalacağımıza daha da çok inanmaya başladı o. ‘Küçük kuş, sen uçmaya cesaret etmedikçe ayrılamıyorum yanından…” demek istiyordum her gün, her an. Bunu merhamet olarak algılamasından korkuyordum. Merhameti sevgi, sevgiyi aşk, aşkı istibdat olarak algılamasından… Aslında kolayca, tek bir hamlede, tek bir kanat çırpışıyla, tek bir nefes alışla aşık olabilirdim ona. Daha değerli bir şeye sahip değildim, o yüzden tek bir imzayla onun istibdadına girebilirdim ama bunu istemiyordum ki!..
Bunun farkına varamasa da asla, sonunda bir şeyi fark etti: gözünü korkutan, güç sandığı, gücüm sandığı şeylerin güçsüz ve yeteneksiz yanlarımın beyanı olduğunu. Yinede kendi beyanını vermek epey zaman aldı ama sonunda yaptı. “Herkesin bir hastalığı var” dedi önce, “ama sen bir hastalık değilsin benim için!”, herkesin zayıf yanları olduğundan bahsetti, herkesin ihtirasları olduğundan ama ben ne onun zayıf yanıydım ne de herhangi bir ihtirası. “Ben sadece sevdim seni…” dedi, “hiçbir şeyi, seni bile umursamadan…” yılların bir bir dökümünü yaptı. Karşılıklı olarak hatalarımızı ortaya döktü. Her şey buraya varması için yaşanmıştı. Aslında daha en başta, tanıştığımız andan yirmi dakika sonra söylemesi gereken şeylerdi bunlar ona göre ama yıllarca arayıp da bulamamıştı bu sözleri. Bu sözleri bulamamış olsa bile sadece aramasına sebep olduğum için minnettar olabilirdi bana. “Artık beklemekten vazgeçtim” dedi, “duymak istediğim şeyleri söylemeni beklemiyorum artık…gönlümü almanı…hatta bir zamanlar beni kıracağın, üzeceğin anları bile iple çekerdim…Komik, değil mi? Karşıma oturur uzun uzun anlatırdın neden öyle saçmalıklar yaptığını, dinlemek o kadar hoşuma giderdi ki…” Sonra bıkmıştım ben bundan ve hesap vermeyi ya da yaptıklarımı mantığa bürümeye çalışmayı bırakmıştım. Kadınları mantıklı yaratıklar sanıyordum o zamanlar. Komik, değil mi?!
O konuştukça, söylediklerinin arasına girebileceğim hiçbir boşluk bırakmadığını fark ettim. Yüzüme bir gülüş kondu ve bunun onun hoşuna gittiğini fark ettim. Gülünce cesede benzetirdim kendimi, ben üçüncü şahsın şiirindeki o ip gibi oğlandım. Şimdiyse Hardy’ye dönüşen bir Lorel’im. Umut kuşu kanat alıştırmaları yaparken öyle mutluydum ki. Çünkü biliyordum onun göçmen bir kuş olduğunu, bense kuşlar geri geleceği sıra bir kutup tilkisine dönüşüyordum. Bu kuşla aramdaki durumu açıklayamıyorum. Onu yemem gerekiyordu aslında. Anlık bir tereddüt yüzünden yıllarca yanında kalacağımı düşünememiştim işte!..Böyle olması gerektiği için böyle olmuştur belki de…
“Kendimi bağışlıyorum, artık özgürsün” dedi ve sustu. Gözlerini kapattı ve boğazını kopartacağım anı beklercesine kıpırtısız durdu. Bir an evvel oradan sıvışmam lazımdı. Bir iki adım attım ya da atmadım ki arkamdan belli belirsiz hıçkırıklar duydum. ‘Dönme sakın! Arkana bakma! Yürü, git!’ dedim ama kendimi kendime inandıramadım…Arkama döndüm. Gözlerini açmıştı ve göz yaşları yanaklarından aşağı süzülmüş neredeyse çenesinden damlamak üzereydi. “Teşekkür ederim” dedi. Ağlıyordu ama o kadar mutluydu ki…Ona bir hediye vermem lazımdı…“Bu ev sanırım artık senin” dedim kırık dökük, özensizce seçilmiş kelimelerle. “Bir gün boşaltırsan faturalar için bana haber ver” dedim. “Her şey benim üzerime de…”
“Sen de beni seviyorsun” dedi tam kapıdan çıkıyorken, ona döndüm ve “Keşke haklı olsaydın” dedim. “Hiç denemedim bunu. Keşke denemiş olsaydım. En azından denemiş olsaydım…” Kapıyı kapatıp çıktım. Evden ayrılınca bana haber vermedi. En azından yüklü faturalar bırakmamıştı ardında, benim yaptığımı yapmadığı için ona müteşekkirim…
Onu sevmiyordum. Asla da sevmemiştim. Can sıkıntısından yanına oturduğum biriydi o da. Çok hasta olduğu için ona acımış ve sıkılmasını beklemiştim benden. Uzun zaman aldı bu. Kendime böyle bir iş edindiğimden pişman değilim aslında. Yıllar evvel; ressam olmak istedikten hemen sonra, miço olmaya karar vermeden hemen önce tiyatrocu olmak istemiştim. Rüzgarlı bir havada göğe saldığım uçurtmalarımın hepsini birden elimde tutamayacağımı anladığımda ilk olarak tiyatrocu olmaktan vazgeçmiştim. Şimdi, onunla ortaklaşa yazdığımız ama bir tiyatro oyunu olduğunu sadece benim bildiğim bir oyun sahneye koyuyorduk. Sahne tozu yutmuş ama ilk hapşırışında onu tekrar dışarıya atmış biri olarak hoşuma gidiyordu bu.
Kaba olmak ya da olmamak, konuşmak ya da susmak demekti. Kabalıkla çözemediğim, daha da düğümlediğim bir çileydi o. Oysa genelde kaba olmak kadınlardan kurtulmanın en kolay yoluydu. “Güzelim, ben senin kadar güzel değilim. Juliette Binoche’un oyunculuğuyla zerre kadar ilgilenmem” derdim ve belki biraz hakaret, belki bir tokat ya da sıvası dökülmüş bir duvar kıvamındaki bir yüzü karşımda bulur ve ‘bu kez de yırttın evlat’ diyerek sevinirdim. Oysa o çok hastaydı. Gerçekten hastaydı…
Diğer kadınları illet etmek için özenle yetiştirdiğim aykırı dallarıma takılmıştı. Bunu kazara yaptığına inanmak istiyordum ve onu, bunu kazara yaptığına inandırmak. Ama o, takıldığı dallara her gün çaputlar bağlıyor, iki kişilik bir yatak alacağım o güne adıyordu. ‘O gün asla gelmeyecek’ diyemezdim, ben de ‘bugün git, yarın gel’ yöntemini denedim. Türkiye bürokrasisinin ne kadar işe yarar bir şey olduğunu bu sayede fark ettim. Alışkanlıklar insanı hantallaştırıyor ve başını önüne eğmesine neden oluyordu. O da aynen bunu yaptı.
Bu karmaşayı budalalıklarımla çözemeyeceğimi anladığımda, karşılıklı monologlar yazmayı bıraktım. Onu dinlemeye başladım ama hiçbir zaman ona yanıt vermedim, soru sorduğunda ve hatta o sorunun muhatabı ben olduğumda bile…
Böylece, bir zamanlar umursuyor olduğumu varsaysan bile artık umurumda değil beni sevmen, seviyor olman ya da olmaman diyordum ona. Kurduğum bu cümleyi kendi diline çevirirken tökezlemişti o, bir şiir sanmıştı bunu. Birbirimize kendi dillerimizi öğretmemize rağmen ısrarla ikimiz de kendi dillerimizde konuşmaya devam ettik. İşler karıştıkça karıştı. İşler karıştıkça küçük ekonomik sarsıntıları kapitalizmin sonunun habercisi olarak gören küçük bir umut kuşu gibi kendi Berlin duvarımızı yeniden inşa edip başkalarından alı koyup bedenlerimizi ve ruhlarımızı, baş başa kalacağımıza daha da çok inanmaya başladı o. ‘Küçük kuş, sen uçmaya cesaret etmedikçe ayrılamıyorum yanından…” demek istiyordum her gün, her an. Bunu merhamet olarak algılamasından korkuyordum. Merhameti sevgi, sevgiyi aşk, aşkı istibdat olarak algılamasından… Aslında kolayca, tek bir hamlede, tek bir kanat çırpışıyla, tek bir nefes alışla aşık olabilirdim ona. Daha değerli bir şeye sahip değildim, o yüzden tek bir imzayla onun istibdadına girebilirdim ama bunu istemiyordum ki!..
Bunun farkına varamasa da asla, sonunda bir şeyi fark etti: gözünü korkutan, güç sandığı, gücüm sandığı şeylerin güçsüz ve yeteneksiz yanlarımın beyanı olduğunu. Yinede kendi beyanını vermek epey zaman aldı ama sonunda yaptı. “Herkesin bir hastalığı var” dedi önce, “ama sen bir hastalık değilsin benim için!”, herkesin zayıf yanları olduğundan bahsetti, herkesin ihtirasları olduğundan ama ben ne onun zayıf yanıydım ne de herhangi bir ihtirası. “Ben sadece sevdim seni…” dedi, “hiçbir şeyi, seni bile umursamadan…” yılların bir bir dökümünü yaptı. Karşılıklı olarak hatalarımızı ortaya döktü. Her şey buraya varması için yaşanmıştı. Aslında daha en başta, tanıştığımız andan yirmi dakika sonra söylemesi gereken şeylerdi bunlar ona göre ama yıllarca arayıp da bulamamıştı bu sözleri. Bu sözleri bulamamış olsa bile sadece aramasına sebep olduğum için minnettar olabilirdi bana. “Artık beklemekten vazgeçtim” dedi, “duymak istediğim şeyleri söylemeni beklemiyorum artık…gönlümü almanı…hatta bir zamanlar beni kıracağın, üzeceğin anları bile iple çekerdim…Komik, değil mi? Karşıma oturur uzun uzun anlatırdın neden öyle saçmalıklar yaptığını, dinlemek o kadar hoşuma giderdi ki…” Sonra bıkmıştım ben bundan ve hesap vermeyi ya da yaptıklarımı mantığa bürümeye çalışmayı bırakmıştım. Kadınları mantıklı yaratıklar sanıyordum o zamanlar. Komik, değil mi?!
O konuştukça, söylediklerinin arasına girebileceğim hiçbir boşluk bırakmadığını fark ettim. Yüzüme bir gülüş kondu ve bunun onun hoşuna gittiğini fark ettim. Gülünce cesede benzetirdim kendimi, ben üçüncü şahsın şiirindeki o ip gibi oğlandım. Şimdiyse Hardy’ye dönüşen bir Lorel’im. Umut kuşu kanat alıştırmaları yaparken öyle mutluydum ki. Çünkü biliyordum onun göçmen bir kuş olduğunu, bense kuşlar geri geleceği sıra bir kutup tilkisine dönüşüyordum. Bu kuşla aramdaki durumu açıklayamıyorum. Onu yemem gerekiyordu aslında. Anlık bir tereddüt yüzünden yıllarca yanında kalacağımı düşünememiştim işte!..Böyle olması gerektiği için böyle olmuştur belki de…
“Kendimi bağışlıyorum, artık özgürsün” dedi ve sustu. Gözlerini kapattı ve boğazını kopartacağım anı beklercesine kıpırtısız durdu. Bir an evvel oradan sıvışmam lazımdı. Bir iki adım attım ya da atmadım ki arkamdan belli belirsiz hıçkırıklar duydum. ‘Dönme sakın! Arkana bakma! Yürü, git!’ dedim ama kendimi kendime inandıramadım…Arkama döndüm. Gözlerini açmıştı ve göz yaşları yanaklarından aşağı süzülmüş neredeyse çenesinden damlamak üzereydi. “Teşekkür ederim” dedi. Ağlıyordu ama o kadar mutluydu ki…Ona bir hediye vermem lazımdı…“Bu ev sanırım artık senin” dedim kırık dökük, özensizce seçilmiş kelimelerle. “Bir gün boşaltırsan faturalar için bana haber ver” dedim. “Her şey benim üzerime de…”
“Sen de beni seviyorsun” dedi tam kapıdan çıkıyorken, ona döndüm ve “Keşke haklı olsaydın” dedim. “Hiç denemedim bunu. Keşke denemiş olsaydım. En azından denemiş olsaydım…” Kapıyı kapatıp çıktım. Evden ayrılınca bana haber vermedi. En azından yüklü faturalar bırakmamıştı ardında, benim yaptığımı yapmadığı için ona müteşekkirim…
Etiketler:
Öyküler
400 Darbe
Haylaz bir çocuktum. Asla zeki olmak istemedim. Zeki çocukları tek kale maçlara bile almazlardı çünkü sokaklarda. Zeki çocuklara sigara ikram etmezdi hiç kimse. Daha ilkokulda başladı 400 darbe günlerim, okuldan kaçışlarım: göl kenarına iner, kapan kurar, saka yakalardık, kurbağa bacağı yer, ucuz şaraplar içerdik. Neydik ki daha…
Serseri olunmaz delikanlı olunurdu o sokaklarda. Tabanca, kavga, dövüş değildi ama delikanlılık. Adı üstünde, deli dolu olmaktı. Yaşama bomba olup düşmekti. Daha neydik ki; el kadar çocuklar ki daha bıyıklar terlememiş, kadın nedir haberimiz yok, kuşların, yokuşların peşi sıra koşuyorduk. Terleyip hasta olan çocuklardık. Kendi bahçesinden elma aşıran. Kendi düşlerinden düşler devşiren. En çok neyin hayalini kurardık? Brezilya, Afrika limanlarına varmayı mı? Sahi, dünya ne kadar büyük olabilirdi ki? Yunan dağlarının ardında kaybolurdu güneş. Yunanistan bu kadar yakınken, ne kadar uzakta olabilirdi dünya? Öğrenemedik hiç. Tilkilerin peşine düşmüştük bir akşam üstü. Kırlara uzamıştık. Yetişememiştik. Yetişmek istememiş miydik yoksa? Bir meşenin altına uzanıp uyumuştuk. Gecenin bir yarısı, koyu karanlığın ortasında uyanıp nasıl da korkmuştuk… Kırılmıştı cesaretimiz. Sonra, herkes kendi yanlışına yol almıştı. Günler nedir ki demişti birimiz, yıllar var daha önümüzde… Bir daha hiç yüzyüze gelememiştik. Kırılmıştı cesaretimiz. Birbirimizden haber aldıkça daha da kırılganlaşmıştı yalnızlığımız… Daha neydik ki…
Serseri olunmaz delikanlı olunurdu o sokaklarda. Tabanca, kavga, dövüş değildi ama delikanlılık. Adı üstünde, deli dolu olmaktı. Yaşama bomba olup düşmekti. Daha neydik ki; el kadar çocuklar ki daha bıyıklar terlememiş, kadın nedir haberimiz yok, kuşların, yokuşların peşi sıra koşuyorduk. Terleyip hasta olan çocuklardık. Kendi bahçesinden elma aşıran. Kendi düşlerinden düşler devşiren. En çok neyin hayalini kurardık? Brezilya, Afrika limanlarına varmayı mı? Sahi, dünya ne kadar büyük olabilirdi ki? Yunan dağlarının ardında kaybolurdu güneş. Yunanistan bu kadar yakınken, ne kadar uzakta olabilirdi dünya? Öğrenemedik hiç. Tilkilerin peşine düşmüştük bir akşam üstü. Kırlara uzamıştık. Yetişememiştik. Yetişmek istememiş miydik yoksa? Bir meşenin altına uzanıp uyumuştuk. Gecenin bir yarısı, koyu karanlığın ortasında uyanıp nasıl da korkmuştuk… Kırılmıştı cesaretimiz. Sonra, herkes kendi yanlışına yol almıştı. Günler nedir ki demişti birimiz, yıllar var daha önümüzde… Bir daha hiç yüzyüze gelememiştik. Kırılmıştı cesaretimiz. Birbirimizden haber aldıkça daha da kırılganlaşmıştı yalnızlığımız… Daha neydik ki…
Etiketler:
Metinler
Lütfen beni müze ilan et!..
Ben sana uzun uzun şiirler yazmak istiyorum. Hiç yazamadığım ve daha önce hiç yaşayamadığım kadar uzun, aşkı anlatmak istiyorum... İki kişinin ve diğer şeylerin hikayesini...
Yaşımın 28le, 29la tokalaştığı vakitlerde, seni gördüm ve 15imden gün aldım...
'Sokaklarda aç ve soğuktan, titreyerek ölmek istiyorum' dedim sana,
'Hadi oradan' dedin bana.
Soluk kışlara sığınıp durduğum, o silik yıllar boyunca; alkolle ve tütünle ıslah edemediğim her düşüm, her düş kırıklığım gülüşünle adam oldu, hizaya geldi, kravat taktı.
Şimdi, anlamını bulmuş bir zaman dilimi artık benim için...
Niçin onca beladan, onca karanlık sokaktan sağ çıktığımı sana bağlıyorum. Sana bağlanıyorum gün be gün... Jilet yapma beni aptallıklarıma aldanıp...
Lütfen beni müze ilan et!..
Hep sende kalayım.
Yaşımın 28le, 29la tokalaştığı vakitlerde, seni gördüm ve 15imden gün aldım...
'Sokaklarda aç ve soğuktan, titreyerek ölmek istiyorum' dedim sana,
'Hadi oradan' dedin bana.
Soluk kışlara sığınıp durduğum, o silik yıllar boyunca; alkolle ve tütünle ıslah edemediğim her düşüm, her düş kırıklığım gülüşünle adam oldu, hizaya geldi, kravat taktı.
Şimdi, anlamını bulmuş bir zaman dilimi artık benim için...
Niçin onca beladan, onca karanlık sokaktan sağ çıktığımı sana bağlıyorum. Sana bağlanıyorum gün be gün... Jilet yapma beni aptallıklarıma aldanıp...
Lütfen beni müze ilan et!..
Hep sende kalayım.
Etiketler:
Metinler
Kusurlu İlişkiler
I...
Kimin adını 'aşk' koysam;
"kara sevda" diye, düzeltiyor kader,
"Deva'n yok!" diyor, "O halde, devam."
yola koyuluyorum ben de, yeniden...
Sevdiğim onca kadını düşününce, yanlış giden şeyin bende olması olasılığı epeyce baskın bir düşünce haline geliyor. Aynaya baktığımda, yanlış giden şeyi göremiyorum. Tek gördüğüm, sevdiğim bir adam! İlk ve çok çok büyük ihtimalle son eşcinsel sevgilim...Sıkmayın kendinizi canım, sırıtabilirsiniz rahat rahat...Ama kahkaha yasak! Beni o kadar hafife almayın.
Şu ruh ikizi, 'özel kişi' ya da 'hayat arkadaşı' kavramları aklımı bulandırıyor. Çünkü, tek tanrılı semavi dinlerde bundan bahsedilmiyor. Aksine; tek kişilik, bireysel bir hayat ve öte hayat olduğu, üstüne defalarca basılarak vurgulanıyor. Bu kadar üstüne basıldığından olsa gerek, en sık işlediğimiz günah haline geliyor bu. Aslında tam olarak 'günah' olarak adlandırılamaz ama allahın yolundan azıcık bir çıkış da o yoldan çıkıştır değil mi?..
Peki bunlar nereden geliyor? Aklıma ilk uzak doğu kökenli olabileceği düşüncesi geliyor. Bilmiyorum...Biliyorsanız lütfen beni aydınlatın...
Geriye dönüp baktığımda; ruh ikizim olmaya en çok yaklaşanların kalbimi bir kez olsun titretmeyenler olduklarını görünce, kafam iyice karışıyor. Peki, kendime nasıl tahammül edebiliyorum öyleyse? Belki de her zaman elimin altında bir köle olduğu içindir...Hımm, bu aklıma yatabilir...
Zıt yaradılışlı, benzer yaradılışlı, alakasız yaradılışlı vs. vs. Her türlüsünü denedim, her türlüsü de beni denedi ama kendimi türünün tek örneği ve çiftleşme zamanı gelmiş zavallı, çaresiz bir yaratık gibi hissediyorum...Her türlü baş döndürücü çiftleşme çağrısının peşine takılıyorum ama kendi türümden birini bulamıyorum bir türlü...Vah! Vah! Vah! Yapılacak tek şey, tek çaresi bu zavallının derhal şu çiftleşme döneminin geçmesi ve bir sonraki çiftleşme dönemi gelene değin de karnını doyurmak, av olmamak gibi hayati meselerle oyalanması...
Zaman geçer nasılsa, değil mi? İşte hayatımın en güzel tesellisi...
Kimin adını 'aşk' koysam;
"kara sevda" diye, düzeltiyor kader,
"Deva'n yok!" diyor, "O halde, devam."
yola koyuluyorum ben de, yeniden...
Sevdiğim onca kadını düşününce, yanlış giden şeyin bende olması olasılığı epeyce baskın bir düşünce haline geliyor. Aynaya baktığımda, yanlış giden şeyi göremiyorum. Tek gördüğüm, sevdiğim bir adam! İlk ve çok çok büyük ihtimalle son eşcinsel sevgilim...Sıkmayın kendinizi canım, sırıtabilirsiniz rahat rahat...Ama kahkaha yasak! Beni o kadar hafife almayın.
Şu ruh ikizi, 'özel kişi' ya da 'hayat arkadaşı' kavramları aklımı bulandırıyor. Çünkü, tek tanrılı semavi dinlerde bundan bahsedilmiyor. Aksine; tek kişilik, bireysel bir hayat ve öte hayat olduğu, üstüne defalarca basılarak vurgulanıyor. Bu kadar üstüne basıldığından olsa gerek, en sık işlediğimiz günah haline geliyor bu. Aslında tam olarak 'günah' olarak adlandırılamaz ama allahın yolundan azıcık bir çıkış da o yoldan çıkıştır değil mi?..
Peki bunlar nereden geliyor? Aklıma ilk uzak doğu kökenli olabileceği düşüncesi geliyor. Bilmiyorum...Biliyorsanız lütfen beni aydınlatın...
Geriye dönüp baktığımda; ruh ikizim olmaya en çok yaklaşanların kalbimi bir kez olsun titretmeyenler olduklarını görünce, kafam iyice karışıyor. Peki, kendime nasıl tahammül edebiliyorum öyleyse? Belki de her zaman elimin altında bir köle olduğu içindir...Hımm, bu aklıma yatabilir...
Zıt yaradılışlı, benzer yaradılışlı, alakasız yaradılışlı vs. vs. Her türlüsünü denedim, her türlüsü de beni denedi ama kendimi türünün tek örneği ve çiftleşme zamanı gelmiş zavallı, çaresiz bir yaratık gibi hissediyorum...Her türlü baş döndürücü çiftleşme çağrısının peşine takılıyorum ama kendi türümden birini bulamıyorum bir türlü...Vah! Vah! Vah! Yapılacak tek şey, tek çaresi bu zavallının derhal şu çiftleşme döneminin geçmesi ve bir sonraki çiftleşme dönemi gelene değin de karnını doyurmak, av olmamak gibi hayati meselerle oyalanması...
Zaman geçer nasılsa, değil mi? İşte hayatımın en güzel tesellisi...
Etiketler:
Metinler
HER AKŞAM SON AKŞAM
Bu manzaranın karşısında, milyon illetle karşı karşıya... Bozmamak için fiyakasını yeminlerin, sustuk ve tek kelime etmedik...
Etiketler:
Eskişehir Okulu,
Nazım Ünal Yılmaz,
Onur Sakarya,
Otobiyografi,
Tanıdığım İnsanlar,
Yusuf Ziya
21 Eylül 2014 Pazar
Pişman...Ali Ayçil
İçindeki denizlerde
masallarını avlayan korsanlara vuruldun
sualini abes buldu müneccimler
ezberlenmiş uçurumların kenarında oynuyordum
gece sır tutan ağzıyla ağaran günü öptüğünde
solmuş bir gülün izi kaldı senden
nisanları isyana çağıran
Nuhun yarası kadar derin
Meryem gibi sakladığın yerlerinde
çıbanlar çıkaran aşkı
kilitledin kalbinin karanlık odalarına
bir bir yırtttın hayal perdelerini
çözülmedik kendin kalınca bulmacanda
takvimlerin yabancısı parmakların
şimdi uslanmadan geriye sayıyor günleri
kehribar bir tesbihin tanelerine dokunur gibi.
Ali Ayçil
11 Eylül 2014 Perşembe
Atila ÖZER_ "PORTRELER" Kitabı Yayınlandı_ 15 Haziran 2014
ATİLA ÖZER anısına Portreler Kitabı Yayınlandı_ Sevdakâr ÇELİK_ 15.06.2014
Değerli Dostlarımız,
2011 yılının Temmuz
ayında eşim Atıla Özer için Atila Özer Uluslararası Portreler sergisi ve kitabı
planlamıştık.
22 –
27 Ekim 2011 tarihlerinde gelen portrelerin sergisini gerçekleştirdik. İkinci aşama ise sergide yer alan
karikatürler bu kitapta toplandı.
Bu projenin
oluşmasında sergimizde
Etiketler:
ARAMIZDAN AYRILANLAR,
HABERimiz oldu*haberİNİZ olsun...,
Karikatür SERGİ _s.ç.,
KİTAP-DERGİ-GAZETE_s.ç.,
sevdakâr çelik _ÇİZinceLİKLE
10 Eylül 2014 Çarşamba
Sezer ODABAŞIOĞLU öncülüğünde ->>"İZMİRLİ ÇİZERLER" KARİKATÜR SERGİSİ'NE HAZIRLIK-2
Sevdakâr ÇELİK_yolu izmirden geçen çizerler_sezer odabaşıoğlu sergi hazırlığı eylül2014
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10204452949744684&set=a.10204414584945588.1073741954.1259932605&type=3&theater
***
Etiketler
18 Mart
26 Ağustos
35 Yaş
Abdullah Çevik
Abdullah Özdoğan
Abdurrahim Karakoç
Acı
Acı Aşk
Adam
Ağır Hasta
Ağlamak
Ah o din nerde MEHMET AKİF
Ahmet Erhan
Ahmet Hamdi Tanpınar
Ahmet Haşim
Ahmet Muhip Dıranas
Ahmet Ormancı
Ahmet Şafak
ahmet şimşirgil
Ahmet Yenilmez
Akıl
akif bir gece şiiri
akif bir gece şiiri osmanlıca anlamı
akif bülbül
akif bülbül eseri
akif bülbül şiiri
Aklımdasın
Akşam
Alem
Alev ve Gül
Alfabetik Sıra ile
Ali Rıza Avni
Ali Ural
Aliya İzzetbegoviç
Allah
Allah Aşkı
Alp
Alperen
Alptuğ
Amber
An Gelir
An Gelir Atilla İlhan Ölür
ana
Anadolu
Anladın mı
Anne
Ararken
Arif Nihat Asya
Arthur Rimbaud
Aruz Vezni
Asker
Aşık
Aşk
Aşk Sevda
Aşk ve Yağmur
Atalay Demirci
Atatürk
Ateş
Ateş ve su
Ati
Atilla İlhan
Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak
Ay
ayak kayması
Ayet
Ayna
Aynalar
Ayrılık
Azim
Aziz
Aziz İstanbul
Baba
Babam
Bahar
Bahattin Karakoç
Bahçe
Bakarsın her yan karanlık
Baki
Bâki
balkon
Barış Manço
Bayrak
Bayram
Bayramlar Bayram Ola
Bedava
Bedirhan Gökçe
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Bekir Sıtkı Sezgin
Beklemek
Beklenen
Belgesel
Ben böyle bakıp durmayacaktım
Ben Sana Nasıl Küseyim
Beni Güzel Hatırla
Benim annem yüz mevsim açar
Bergüzar Korel
Bestelenmiş Şiirler
Beşir Ayvazoğlu
Bilgi
Bilim
Bir Ayrılığın ilk Günü
bir gece şiiri
bir haykırış'dehşetle doldurmasın vicdanı
Bir Şuhi Sitemkar
Birlikte Ayrılık
Biyografi
bîzârı
Bize Ulaşın
Boğaziçi
bu kahpe düzen
Bu Ne Ahvaldir
Bu Yağmur
Buluşma
Bursa
Bülbül
Bütün Yaz
Cahit Sıtkı Tarancı
Cahit Zarifoğlu
Cami
Can
Can Yücel
Cem Karaca
Cemal Safi
Cemal Süreyya
Cengizhan Orakçı
cesaret
Ceviz Ağacı
Ceyhun Yılmaz
Charles Baudelaire
coşar ancak
Çağdaş Ateşoğlu
Çanakkale
çanakkale savaşı
Çanakkale Şehitlerine
çanakkale şiiri
Çanakkale Türküsü
Çay
Çehrendeki Güller
Çetin Tekindor
Çiçek
Çile
Çoban
Çoban Çeşmesi
Çocuk
Çöl
Dante
Dava
dehşet-âkîn etmesin bir sayha vicdânı
Delikanlı
Deliyürek
Demedim mi
Deniz
DenizBank
Derin Yar
Dert
Derviş
Destan
Devlet
dili bağlı
Dini
dinle
Divan Edebiyatı
Divan Sohbeti
Divan Şiiri
Divan Şiiri Dinle
Dize
Dizi
Dizi Hikaye
Dizi Şiir
Dizilerdeki Şiirler
Dostluk
Dua
Dur Yolcu
Dursun Ali Erzincanlı
Duygusal
duyuru
Düşünce
Ebedi
Ebru Sanatı
Edebi
Edebi Belgeseller
Edebi Sözler
edebiyat
Edebiyat Sohbeti
Edep Ya Hu
Efendiler
Efendimiz
Efkar
Elazığ Türküsü
Elem
eleştiri
Ellerdi yatanlar
Ellerimizin Büyük Boşluğu
Emek
Eminönü
Emre Gürdal
Enstürmantel
erdem beyazıt
Erdoğan
Erhan Güleryüz
Erkan Oğur
Erol Güngör
Esat Kabaklı
Eserleri
Eskişehir Okulu
Etiketler
Etkinlikler
Etme
Ev
Evlilik
Ey Sevgili
Ezan
Ezan-ı Muhammedî
EZANLAR - MEHMET AKİF ERSOY
Ezel
fakat parlak bir karanlık!
Fakirlik
Faruk Nafız Çamlıbel
Fasıl
Fatih
Fatih Güngör
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Felsefe
Ferdi Özbeğen
Fetih
Fetih Marşı
Fetullah Gülen
Fikir
Fotoğraf
Furkan Çirkin
Furkan Özdemir
Fuzuli
Garib
Garip
Gazi
Gece
Geçici Aşk
Gel Gör Beni
Gelecek
GEnçliğe Hitabe
Gençlik
Gerçek İman
gerçek yüzü
Geri Dönen Mektup
Git
Gitmek
gizlenen gerçekler
Gizli Aşk
Gizlilik Politikası
Gök
Gök uyanık
Gökkubbe
göklerde -vahdetzâr-ı Yezdânı
göklerde Allah'ın vahdet bahçesini
Gölge
Gölgeler (1933) MEHMET AKİF ERSOY KISSADAN HİSSE
Gönül
Gözler
Gözlerin
Gözlerin istanbul Oluyor Bİrden
Gözyaşı
Gurbet
Gül
Gülce
Gülhane
Gülşen
Günah
Günün Sözü
Gür hisli
gür imanlı beyinler
Gürcistan
Güzellik
Haber
Hakan Yılmaz
Hakikat
Halk
Halk Şiiri
Han
Han Duvarları
Han-ı Yağma
Hapis
Harun Yıldız
Hasan Kaçan
Hasret
Hasta
Hatıra
Hayal
Hayat
Hayatı
hayatın dini? Bu nasıl dar
Haydi Abbas
Haykır! Kime
HEDİYE
her yıldız Allah'ın cemaline bir pencere.
Hızır
Hiciv
Hicran
Hikaye
Hikmet
Hizmet Şartları
Hoca
Huysuz ve Tatlı Kadın
Huzur
Huzur Sokağı
Hülya
Hümeyra
Hüseyin Nihal Atsız
Hüsran
Hüzün
Hz. Hasan
Hz. Hüseyin
Hz. Muhammed
İbni Arabi
İbrahim Sadri
İbretlik
İclal Aydın
İhsan Oktay Anar
İlahi
İlahi Manevi
İletişim
İlhan Berk
İlim
İman
İmkansız Aşk
İnanç
İngilizce
İnsan
İnsanoğlu
İskender Pala
İslam
İslami
İslamiyet
İsmail Hakkı Demircioğlu
İsmet Özel
İstanbul
İstanbul Türküsü
İstanbul ve Aşk
İstanbul'u Dinliyorum Gözlerim Kapalı
İstek
istibdat şiiri
İstiklal Marşı
itikadi hatalar
izle
Jack Kerouac
Jim Jarmusch
Julian Barnes
Kabe
kadir mısıroğlu
kadir mısıroğlu'nun mehmet akif ersoy yorumu
kahbe düzen
kahraman tazeoğlu
Kahramanlık
Kainat
Kaldırımlar
Kan
Kandil
Kar Şiiri
Kara Sevda
Karadayı
Karanlık
Karga ile Gül
Karşılıksız Sevgi
Kasımpaşa
Kategoriler
Kavuşmak
Kayra
Keder
Kefen
Kenan Işık
Kenan İmirzalıoğlu
Kendi Sesinden
Kentleşme
Kerbela
Kıskançlık
Kıssadan Hisse
Kıyamet
Kız Kulesi
Kızılderili Atasözü
kimdir
Kimsesiz Mehmedlere
Kitap İnceleme
Koca
Kocakarı ile Ömer - Mehmet Akif Ersoy şiiri oku
Konferans
Korku
Köy
Kullanıcı İstek
Kulluk
Kur'an
Kur'an-ı Kerim Meali
Kur'an-ı Kerim Tercümesi
Kurban
kurban bayrami
Kuşku
Kutlu Doğum
Kültür
Laff...
Lale
Laleler
Leila Kurbanova
Leyla
Lisan
Loreena McKennitt
Maggie Estep
Maîşet kayd-ı can fersâsının mahkûm-ı
Makale
Mana
Manevi
Maphus
Mapusluk
Maraş
Matem
Mavi
Mehmet
mehmet akif ersoy
Mehmet Akif Ersoy Eserleri
Mehmet Akif Ersoy Kimdir?
Mehmet Akif Ersoy yazdığı meali neden yaktı?
mehmet akif vaiz kürsüde
mehmet akif ve abdülhamid han
mehmet akif ve mezhepsizlik
mehmet akif ve muhammed abduh
mehmet akif yazdığı Kur'an mealini atatürk'e neden vermedi?
mehmet akif'in itikadı bozuk muydu?
Mehmet Besimi Okur
Mehmet Kaplan
Mehmet Önder
Mehmet Tokat
mehmetçik
MEhtap
Mehter
Mehter Marşı
Mehteran
Melankoli
Melenkoli
Memleket
Merdiven
Metinler
Mevla
Mevlana
Mevlana Celaleddin Rumi
Mevlana İdris
Mevlid Kandili
Mevsim
MEzar
Mihriban
Millet
Mimar Sinan
Mona Roza
Muharrem
Muharrem Ayı
muhsin yazıcıoğlu
Mukaddes
Murat Göğebakan
Mustafa Kemal Atatürk
Mustafa Keser
Mustafa Yıldızdoğan
Mutluluk
Mutsuzluk
Mülümanlık
Müslüman
Müşfik Kenter
Müzik
NaaT
Nan Gibi
Nasihat
Naşide Göktürk
Naz
Nazım Hikmet
Nazım Hikmet Ran
Nazım Ünal Yılmaz
ne kadar basmakalıp bir görenek
Ne lâhûtî sadâ "Allâhu ekber!" sarsıyor cânı..
Necip Fazıl
Necip Fazıl Kısakürek
Necmettin Halil Onan
Nedim
Nef‘ī
Nefer
Nefis
Nereye Gİdersen Git
Nesimi
Neşet Ertaş
Nevzat Dündar
Neyzen Tevfik
Nfk
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
Nizam
Nur
Nurullah Genç
nükredit
o azmin
O var
O yerin gökten inen dini
Olgunluk
Onbaşı muharrem
Onur Sakarya
Orhan Veli Kanık
Oruç
Osman Ebinç
Osman Hamdi
Osman Hamdi Bey
Osman Yüksel Serdengeçti
Osmanlı
Otobiyografi
Ozan Arif
ozan ünsal
Öğretmen
Öğüt
Ölüm
Ömer Lütfi Mete
Ömür
Öykü
Öyküler
Öz Yurt
Özledim
Özlem
Özlemek
Özlü Söz
Para
Parya
Paulo Neruda
Pazar
Pervane
Peygamber
Peygamberimiz
Pisagor
Politik
Ramazan
Ramazan Bayramı
Ramazan Şiirleri
Ramiz Dayı
Ramiz Karaeski
Ramzan
Reis
reklam
Resimli Sözler
Resimli Şiir
Resimli Şiirler
Rind
Risale
Romantik
Rozerin Atça
Ruh
Rüya
Rüzgar
Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Sabah
sabır
Sacit Onan
safahat
Safahât
sağa baktım
Sakarya
Sakarya Fırat
Sakarya Türküsü
Samatya
Sanat
Sanat Müziği
Savaş
Savaş Ay
Sebep
Seccaden Kumlardı
Sefa Şenel
Seher Vakti
Selçuk Bekar
Selçuk Küpçük
Selçuk Yöntem
Semah
Semih Sergen
Seneler
serdar tuncel
Serdar Tuncer
Serseri
Servet Kocakaya
Seslendirenler
Sesli Edebi Sözler
Sesli Hikaye
Sesli Hikaye Dinle
sesli şiir
Sesli Şiir Dinle
sesli şiir vakti
Sesli Şiirler
seslisiirvakti
Sevda
sevda sokağı
Sevgi
Sevgili
Sevmek
Seyyid Onbaşı
sezai Karakoç
Sıkıntı
Sinan
Sinema
Sis
Siste Söyleniş
Sitem
Siyasi
Sizden Gelenler
Sohbet
Sokak
Son Şiir
Son Umut
Sonbahar
Sönmez Atasoy
Su
Su Kasidesi
Süleymaniye
Süleymaniye Kürsüsünde
Sürgün
Şair
Şair i Azam
şairi azam
Şairler
Şarkılar Seni Söyler
Şehir
Şehit
Şehri Ramazan
Şeyh Galip
Şiir
Şiir İnceleme
Şiir Kategorileri
Şiir Tahlilleri
Şiir Vakti
Tanıdığım İnsanlar
Tarih
Tasa
Tasavvuf
Tecrübe
Tefekkür
Telif Hakları
Telif Hakları Sözleşmesi
Tevfik Fikret
Tophane
Töre
Traditional
Tuncel Kurtiz
Turku
Tutku
Tutunamayanlar
Türk - İslam
Türk Sanat Müziği
Türk Sanat Müziği Dİnle
Türkçe Olimpiyatları
Türker Nuhut
Türkü
Uçurum
Ufuk
Uğur Arslan
Uğur Işılak
Umut
Usūlī
Ülkü
Ümit
Ümit Yaşar Oğuzcan
Ümitsizlik
Üsküdar
Üstad
vaiz kürsüde günümüz türkçesi
vaiz kürsüde oku
vaiz kürsüde osmanlıca oku ve anlamı
vaiz kürsüde şiiri
Vakit
Vasiyet
Vatan
Veda
Vehm
video
yagmur
Yağmur
Yağmur Kaçağı
Yağmur Resimleri
Yağmur Sesi
Yağmur Sonrası
Yağmur Şiiri
Yağmur Ve Aşk
Yağmur ve Sevgili
Yahya Kemal Beyatlı
Yahya Kemal Beyatlı Kendi Sesinden
Yaiam
Yalan Aşk
Yalnızlık
Yalnızlık kımıldar
Yar
Yar olmadın
Yara
Yaradan
Yaralı Gül
Yaren
Yaş
Yaşam
Yaşlılık
Yavuz Bülent Bakiler
Yayıncılık Politikası
Yaz
yedinci kitap
Yerden yükselip
Yılan
Yıldız
Yılmaz
Yılmaz Erdoğan
Yiğit
Yokluk
Yoksulluk
Yol
Youtube
Yönetim
Yunus Emre
Yusuf Eradam
Yusuf Miroğlu
Yusuf Ziya
Yürek
Yüz
yüz lisan
Zaman
Zaman geçmez ki yüz binlerce kalbin vecd-i sekrânı
Zeminden yükselip
Zihin
Zindan
Ziya Gökalp
Ziyaretçi İstek
Zor Aşk
Zor Günler
Zorluk
Zulüm
GÜNCEL NAMAZ VAKİTLERİ
Popular Posts
-
Mehmet Akif Ersoy - İnsan Şiiri Ve tez'umu enneke cismun sagÎrun, Ve fike'n-tave'l-alemu'l-ekber (İmam Ali) ...
-
Mehmet Akif Ersoy - Mahalle Kahvesi
-
Süleymaniye Kürsüsü'nden (Şiir İncelemesi) Süleymaniye Kürsüsü'nden Bir de İstanbul'a geldim ki: bütün çarşı, pazar Naradan ça...
-
MEHMET AKİF ERSOY - KOCAKARI İLE ÖMER resme tıklayınız....
-
MEHMET AKİF ERSOY - AZİM ŞİİRİ Sa'dî, o bizim Şark'ımızın rûh-i kemâli, Bir ders-i hakîkat veriyor, işte meâli: "Vaktiyle ...
-
MEHMET AKİF ERSOY - MEHMET ALİ'YE ŞİİRİ
-
İstiklâl Marşı İncelemesi 1. DÖRTLÜK Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak ; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O , benim ...
-
Ben zaten uzun boylu düşünmekten uzaktım? HÜSRAN ŞİİRİ MEHMET AKİF ERSOY
-
Mehmet Akif Ersoy'un Şiirleri Acem Şahı Âhiret Yolu Alınlar Terlemeli Âmin Alayı Âtiyi Karanlık Görerek Azmi Bırakmak... Azim Azi...
Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
Recent Posts
Categories
- HÜSRAN - MEHMET AKİF ERSOY GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ
- HÜSRAN - MEHMET AKİF ERSOY OSMANLICA
- HÜSRAN ŞİİRİ - MEHMET AKİF GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ
- HÜSRAN ŞİİRİ - MEHMET AKİF OSMANLICA ANLAMI
.
1_ÇEŞİTLİ
18 Mart
26 Ağustos
35 Yaş
Abdullah Çevik
Abdullah Özdoğan
Abdurrahim Karakoç
ablan kurban olsun sana
Acı
Acı Aşk
acıya gülmek
açıkla bana bu ışığı
Adam
Adem Sarıkaya
aforizmalar
Ağır Hasta
Ağlamak
ah minel aşk vel garaip
ah muhsin ünlü
Ah o din nerde MEHMET AKİF
Ahmet Erhan
Ahmet Hamdi Tanpınar
Ahmet Haşim
ahmet kaya
Ahmet Muhip Dıranas
Ahmet Ormancı
Ahmet Şafak
ahmet şimşirgil
Ahmet Yenilmez
Akıl
akif bir gece şiiri
akif bir gece şiiri osmanlıca anlamı
akif bülbül
akif bülbül eseri
akif bülbül şiiri
Aklımdasın
Akşam
Alain Robbe-Grillet
Alem
Alev ve Gül
Alfabetik Sıra ile
ALINLAR TERLEMELİ - MEHMET AKİF
ALINLAR TERLEMELİ - MEHMET AKİF MANA
ALINLAR TERLEMELİ - MEHMET AKİF OKU
ALINLAR TERLEMELİ - MEHMET AKİF OSMANLICA
ALINLAR TERLEMELİ - MEHMET AKİF TÜRKÇE
Alıntı
Ali Rıza Avni
Ali Ural
Aliya İzzetbegoviç
Allah
Allah Aşkı
Alp
Alperen
Alptuğ
Amber
Amedeo Modigliani
AMİN ALAYI - MEHMET AKİF ERSOY
AMİN ALAYI - MEHMET AKİF ERSOY ARAPÇA OKU
AMİN ALAYI - MEHMET AKİF ERSOY OKU
AMİN ALAYI - MEHMET AKİF ERSOY OSMANLICA
AMİN ALAYI - MEHMET AKİF ERSOY TÜRKÇE
An Gelir
An Gelir Atilla İlhan Ölür
an gibi
ana
Anadolu
Anladın mı
Anne
Antonio Machado
ARAMIZDAN AYRILANLAR
Ararken
araz
Arif Nihat Asya
Arne Garborg
Arne Garborg aforizmalar
Arne Garborg kimdir
Arne Garborg sözleri
Arthur Rimbaud
Aruz Vezni
Asker
Aşık
Aşk
Aşk Sevda
Aşk ve Yağmur
aşkın gözyaşları
Atalay Demirci
Atatürk
Ateş
Ateş ve su
Ati
Atilla İlhan
Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak
Audrey Hepburn
Audrey Hepburn gözleri
Audrey Hepburn resimleri
Audrey Hepburn sözleri
Ay
ayak kayması
Ayet
Ayna
Aynalar
Ayrılık
Azim
Aziz
Aziz İstanbul
Baba
Babam
Bahar
Bahattin Karakoç
Bahçe
Bakarsın her yan karanlık
Baki
Bâki
balkon
Barış Manço
Bayrak
Bayram
Bayram Mesajları
Bayramlar Bayram Ola
Bedava
Bedirhan Gökçe
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Bekir Erdoğan
Bekir Erdoğan Şiirleri
Bekir Sıtkı Sezgin
Beklemek
Beklenen
Belgesel
Ben böyle bakıp durmayacaktım
Ben Sana Nasıl Küseyim
Ben zaten uzun boylu düşünmekten uzaktım? HÜSRAN ŞİİRİ MEHMET AKİF ERSOY ANLAMI
Ben zaten uzun boylu düşünmekten uzaktım? HÜSRAN ŞİİRİ MEHMET AKİF ERSOY GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ
Beni Güzel Hatırla
Benim annem yüz mevsim açar
BenZeR
Bergüzar Korel
Bertolt Brecht
Bertolt Brecht Şiirleri
Bestelenmiş Şiirler
Beşir Ayvazoğlu
bil
bil şiiri
Bilgi
Bilgin Bebiş
Bilim
Bir Ayrılığın ilk Günü
bir gece şiiri
Bir Gün Tek Başına
bir haykırış'dehşetle doldurmasın vicdanı
Bir Şuhi Sitemkar
Birlikte Ayrılık
Biyografi
bîzârı
bize bir mektup var
Bize Ulaşın
Boğaziçi
Boris vian
Bruce Springsteen
Bu Gece En Hüzünlü Şiiri Yazabilirim...
bu kahpe düzen
Bu Ne Ahvaldir
bu olsa gerek
Bu Yağmur
Bukowski sözleri
Bukowski şiirleri
Buluşma
Bursa
Bülbül
Bütün Yaz
c.zarifoğlu
Cahit Ökmen
Cahit Sıtkı Tarancı
Cahit Zarifoğlu
Cami
Can
can dündar
can dündar sözleri
can dündar şiirleri
Can Yücel
Casanova
Cem Karaca
Cemal Safi
Cemal Süreyya
Cengizhan Orakçı
cesaret
Ceviz Ağacı
Ceyhun Yılmaz
ceyhun yılmaz şiirleri
cezmi ersöz
cezmi ersöz şiirleri
Charles Baudelaire
Charles Bukowski
coşar ancak
CV
Çağdaş Ateşoğlu
Çanakkale
çanakkale savaşı
Çanakkale Şehitlerine
çanakkale şiiri
Çanakkale Türküsü
Çay
Çehrendeki Güller
Çetin Tekindor
Çiçek
Çile
ÇİZinceLİKLE*R
Çoban
Çoban Çeşmesi
Çocuk
Çöl
Dante
Dava
Değer
dehşet-âkîn etmesin bir sayha vicdânı
Delikanlı
Deliyürek
Demedim mi
Denemeler
Deniz
DenizBank
Derin Yar
Dert
Derviş
Destan
Devlet
Dilek Akın
dili bağlı
Dini
dinle
Divan Edebiyatı
Divan Sohbeti
Divan Şiiri
Divan Şiiri Dinle
Dize
Dizi
Dizi Hikaye
Dizi Şiir
Dizilerdeki Şiirler
doruklara sevdalandım
Dostluk
Dua
Dur Yolcu
Dursun Ali Erzincanlı
Duygusal
duyuru
DÜNün KARİKATÜRÜ
Düşünce
e-fanzin
Ebedi
Ebru Sanatı
Edebi
Edebi Belgeseller
Edebi Sözler
edebiyat
Edebiyat Sohbeti
Edep Ya Hu
Efendiler
Efendimiz
Efkar
ekber polatoğlu
Elazığ Türküsü
Elem
eleştiri
Ellerdi yatanlar
Ellerimizin Büyük Boşluğu
Emek
Emily Dickinson
Emin Kitol
Eminönü
emmi kızından emmi oğluna pulsuz mektuplar
emrah serbes
emrah serbes şiirleri
Emre Gürdal
Enstürmantel
Eralp Sargın
erdem beyazıt
Erdoğan
Erhan Güleryüz
Erhan Tığlı
erik agaci
Erkan Oğur
Erol Güngör
Esat Kabaklı
Eserleri
Eskişehir Okulu
Etiketler
Etkinlikler
Etme
Ev
Evlilik
Ey Sevgili
Ezan
Ezan-ı Muhammedî
EZANLAR - MEHMET AKİF ERSOY
Ezel
F. Garcia Lorca
f.b.çetin
fakat parlak bir karanlık!
Fakirlik
Fanzin
Faruk Nafız Çamlıbel
Fasıl
Fatih
Fatih Güngör
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Felsefe
Ferdi Özbeğen
Fetih
Fetih Marşı
Fetullah Gülen
Fikir
fikir-A'lar
Fotoğraf
freud
freud aforizmalar
freud sözleri
Furkan Çirkin
Furkan Özdemir
Fuzuli
Garib
Garip
Gazi
Gece
Gecemidir
Geçici Aşk
Gel Gör Beni
Gelecek
GEnçliğe Hitabe
Gençlik
Gerçek İman
gerçek yüzü
Geri Dönen Mektup
Git
Gitmek
gitmek cesaret ister
gizlenen gerçekler
Gizli Aşk
Gizlilik Politikası
Gök
Gök uyanık
Gökkubbe
göklerde -vahdetzâr-ı Yezdânı
göklerde Allah'ın vahdet bahçesini
Gölge
Gölgeler (1933) MEHMET AKİF ERSOY KISSADAN HİSSE
Gönül
görkem ercan
Gözler
Gözlerin
Gözlerin istanbul Oluyor Bİrden
Gözyaşı
Gregory Corso
Gurbet
Gül
Gülce
Gülhane
Gülşen
Günah
Günlükler
Günün Sözü
Gür hisli
gür imanlı beyinler
Gürcistan
Güzellik
Haber
HABERimiz oldu*haberİNİZ olsun...
Hadislerde hüzün
hakan gunday
Hakan Yılmaz
Hakikat
Halil Cibran
Halil Cibran Sözleri
Halk
Halk Şiiri
Han
Han Duvarları
Han-ı Yağma
Hapis
Harun Yıldız
Hasan Hüseyin
Hasan Kaçan
Hasret
Hasta
Hatıra
Hayal
Hayat
Hayatı
hayatın dini? Bu nasıl dar
Haydar Ergülen
Haydi Abbas
Haykır! Kime
HAYYAM dörtlükleri / tasarım: sevdakâr çelik
HEDİYE
HEDİYE şiiri oku
HEDİYE nasıl verilir
HEDİYE şiiri
HEDİYE tebrikleri
HEDİYE yayıları
hediyerengi.com
henry david thoreau
Her KARİKATÜRÜN bir ÖYKÜSÜ vardır
her yıldız Allah'ın cemaline bir pencere.
Hızır
Hiciv
Hicran
Hikaye
Hikmet
Hizmet Şartları
Hoca
Huysuz ve Tatlı Kadın
Huzur
Huzur Sokağı
Hülya
Hümeyra
Hüseyin Nihal Atsız
Hüsran
Hüzün
hüzün sözleri
hüzünlü değilim gözüme toz kaçtı
hüzünlü kek :)
Hz. Hasan
Hz. Hüseyin
Hz. Muhammed
hz. şems
hz.mevlana
i.tenekeci
İbni Arabi
İbni Ebid
İbrahim Öksüz
ibrahim sadri
İbrahim Sadri
ibrahim sadri şiirleri
ibrahim tenekeci
ibrahim tenekeci kimdir
ibrahim tenekeci şiirleri
İbretlik
İclal Aydın
İhsan Oktay Anar
ikiyüzlü şiiri
İlahi
İlahi Manevi
İletişim
İlhan Berk
İlim
İman
İmkansız Aşk
İnanç
inecek var
İngilizce
innAllahe meânâ
insan
İnsan
insan kimdir
İnsanoğlu
iskender pala
İskender Pala
İskender PALA - Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk
iskender pala kimdir
iskender pala kitapları
iskender pala sözleri
İslam
İslâmı uyandırmak için haykıracaktım.- HÜSRAN - MEHMET AKİF ERSOY GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ
İslâmı uyandırmak için haykıracaktım.- HÜSRAN - MEHMET AKİF ERSOY OSMANLICA OKU VE ANLAMI
İslami
İslamiyet
İsmail Hakkı Demircioğlu
İsmet Özel
İstanbul
İstanbul Türküsü
İstanbul ve Aşk
İstanbul'u Dinliyorum Gözlerim Kapalı
İstek
istibdat şiiri
İstiklal Marşı
itikadi hatalar
izle
Jack Kerouac
Jacques Brel
Janis Joplin
Jim Jarmusch
Julian Barnes
Kabe
Kadın Şair
Kadın Şairler
kadir mısıroğlu
kadir mısıroğlu'nun mehmet akif ersoy yorumu
kahbe düzen
kahraman tazeoğlu
kahraman tazeoğlu şiirleri
Kahramanlık
Kainat
Kaldırımlar
kalp kırığı
Kalpsizler üzülemezler ki.
Kan
Kandil
Kar Şiiri
Kara Sevda
Karadayı
Karanlık
Karga ile Gül
Karikatür SERGİ _s.ç.
Karşılıksız Sevgi
Kasımpaşa
Kategoriler
Kavuşmak
Kayra
Keder
Kefen
Kenan Işık
Kenan İmirzalıoğlu
Kendi Sesinden
kendini unutturmayan yazılar
Kentleşme
Kerbela
Khalel Gibran
Kıskançlık
Kıssadan Hisse
Kıyamet
Kız Kulesi
Kızılderili Atasözü
kimdir
Kimsesiz Mehmedlere
kirpi şiiri
Kitap İnceleme
KİTAP-DERGİ-GAZETE_s.ç.
Knut Hamsun
Koca
Kocakarı ile Ömer osmanlıca anlamı
Kocakarı ile Ömer - Mehmet Akif Ersoy günümüz türkçesi
Kocakarı ile Ömer - Mehmet Akif Ersoy şiiri oku
Kocakarı ile Ömer günümüz türkçesi
Konferans
Konstantinos Kavafis
Korku
Köy
Kullanıcı İstek
Kulluk
Kur'an
Kur'an-ı Kerim Meali
Kur'an-ı Kerim Tercümesi
Kurban
Kurban Bayramı
kurban bayramı mesajları
kurban bayrami
kurbanlık Fiyatları
Kuşku
Kutlu Doğum
kutlu doğum haftası
Kültür
Kybele Şiir Dergisi
la tahzen
Lâ tahzen
Laff...
lâkin? Hani sâhipleri yurdun? HÜSRAN SAFAHAT 7. KİTAP ŞİİRİ MEHMET AKİF ERSOY GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ ANLAMI VE OSMANLICA ANLAMI OKU
Lale
Lale Müldür
Laleler
Leila Kurbanova
Leyla
Leyla Onomay
Lina Salamandre
Lisan
Loreena McKennitt
Lou Reed
Maggie Estep
Maîşet kayd-ı can fersâsının mahkûm-ı
Makale
Mana
Manevi
Maphus
Mapusluk
Maraş
mark twain
Matem
Mavi
mavi gök orda mı
Mehmet
mehmet akif ersoy
MEHMET AKİF ERSOY - ATİYİ KARANLIK GÖREREK AZMİ BIRAKMAK GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ
MEHMET AKİF ERSOY - ATİYİ KARANLIK GÖREREK AZMİ BIRAKMAK OKU
MEHMET AKİF ERSOY - AZİM ŞİİRİ GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ
MEHMET AKİF ERSOY - AZİM ŞİİRİ MANASI ŞİİRİN YORUMU
MEHMET AKİF ERSOY - AZİM ŞİİRİ OKU MANASI
MEHMET AKİF ERSOY - AZİM ŞİİRİ OKU OSMANLICA
MEHMET AKİF ERSOY - AZİM ŞİİRİ OSMANLICA ANLAMI
MEHMET AKİF ERSOY - BİR GECE
MEHMET AKİF ERSOY - BİR GECE ANLAMI
MEHMET AKİF ERSOY - BİR GECE GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ
MEHMET AKİF ERSOY - BİR GECE OSMANLICA
MEHMET AKİF ERSOY - BÜLBÜL
MEHMET AKİF ERSOY - BÜLBÜL DİNLE
MEHMET AKİF ERSOY - BÜLBÜL GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ
MEHMET AKİF ERSOY - BÜLBÜL OKU
MEHMET AKİF ERSOY - CENK ŞARKISI
MEHMET AKİF ERSOY - CENK ŞARKISI GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ
MEHMET AKİF ERSOY - CENK ŞARKISI OSMANLICA ANLAMI OKU
MEHMET AKİF ERSOY - ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE
MEHMET AKİF ERSOY - ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ İLE OKU DİNLE İNDİR MP3 MP4
MEHMET AKİF ERSOY - ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE OKU
MEHMET AKİF ERSOY - DURMAYALIM ŞİİRİ GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ
MEHMET AKİF ERSOY - DURMAYALIM ŞİİRİ OKU
MEHMET AKİF ERSOY - DURMAYALIM ŞİİRİ OSMANLICA
MEHMET AKİF ERSOY - EZANLAR ŞİİRİ GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ VE ANLAMI
MEHMET AKİF ERSOY - EZANLAR ŞİİRİ OSMANLICA ANLAMI
MEHMET AKİF ERSOY - EZANLAR ŞİİRİN YORUMU ANLAMI
MEHMET AKİF ERSOY - HASBİHAL GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ
MEHMET AKİF ERSOY - HASBİHAL ŞİİRİ OKU
MEHMET AKİF ERSOY - HASBİHAL ŞİİRİ OSMANLICA ANLAMI
MEHMET AKİF ERSOY - HÜSRAN GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ
MEHMET AKİF ERSOY - HÜSRAN OKU
MEHMET AKİF ERSOY - HÜSRAN OSMANLICA
Mehmet Akif Ersoy - İnsan Şiiri
Mehmet Akif Ersoy - İnsan Şiiri günümüz türkçesi anlamı
Mehmet Akif Ersoy - İnsan Şiiri osmanlıca anlamı
MEHMET AKİF ERSOY - İTİRAF ŞİİRİ OKU
MEHMET AKİF ERSOY - İTİRAF ŞİİRİ OKU GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ İLE
MEHMET AKİF ERSOY - İTİRAF ŞİİRİ OSMANLICA ANLAMI
MEHMET AKİF ERSOY - KOCAKARI İLE ÖMER ŞİİRİ GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ
MEHMET AKİF ERSOY - KOCAKARI İLE ÖMER ŞİİRİ OKU
MEHMET AKİF ERSOY - KÜFE
MEHMET AKİF ERSOY - KÜFE AAPÇA
MEHMET AKİF ERSOY - KÜFE OKU
MEHMET AKİF ERSOY - KÜFE OSMANLICA
MEHMET AKİF ERSOY - KÜFE TÜRKÇE
Mehmet Akif Ersoy - Mahalle Kahvesi günümüz türkçesi oku
Mehmet Akif Ersoy - Mahalle Kahvesi osmanlıca anlamı
Mehmet Akif Ersoy - Mahalle Kahvesi şiirin yorumu nedir
MEHMET AKİF ERSOY - MEHMET ALİ'YE ŞİİRİ GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ
MEHMET AKİF ERSOY - MEHMET ALİ'YE ŞİİRİ OSMANLICA
MEHMET AKİF ERSOY - SEYFİ BABA ŞİİRİ
MEHMET AKİF ERSOY - SEYFİ BABA ŞİİRİ GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ
MEHMET AKİF ERSOY - SEYFİ BABA ŞİİRİ OKU
Mehmet Akif Ersoy Eserleri
MEHMET AKİF ERSOY KISSADAN HİSSE GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ
MEHMET AKİF ERSOY KISSADAN HİSSE OSMANLICA
Mehmet Akif Ersoy Kimdir?
Mehmet Akif Ersoy yazdığı meali neden yaktı?
mehmet akif vaiz kürsüde
mehmet akif ve abdülhamid han
mehmet akif ve mezhepsizlik
mehmet akif ve muhammed abduh
mehmet akif yazdığı Kur'an mealini atatürk'e neden vermedi?
mehmet akif'in itikadı bozuk muydu?
Mehmet Besimi Okur
Mehmet Kaplan
Mehmet Önder
mehmet şafi tanrıverdi
mehmet tanrıverdi
Mehmet Tokat
mehmetçik
MEhtap
Mehter
Mehter Marşı
Mehteran
Melankoli
Melenkoli
Memleket
Merdiven
Metin Kaçan
Metinler
Mevla
Mevlana
mevlana aforizmalar
Mevlana Celaleddin Rumi
Mevlana İdris
mevlana şiirleri
mevlevi
Mevlid Kandili
Mevsim
MEzar
Michael Winterbottom
Mihriban
Millet
Mimar Sinan
minel aşk
Mona Roza
Morrisey
Muharrem
Muharrem Ayı
muhsin yazıcıoğlu
Mukaddes
Murat Göğebakan
Murat Öksüz
Murathan Mungan
Murathan Mungan bazen
murathan mungan şiirleri
Mustafa Kemal Atatürk
Mustafa Keser
Mustafa Yıldızdoğan
Mutluluk
Mutsuzluk
Mülümanlık
Müslüman
Müşfik Kenter
Müzik
NaaT
Nan Gibi
Nasihat
nasrettin hoca aramızda
Naşide Göktürk
Naz
nazan bekiroğlu
nazan bekiroğlu kimdir
nazan bekiroğlu sözleri
Nazım Hikmet
Nazım Hikmet Ran
Nazım Ünal Yılmaz
ne kadar basmakalıp bir görenek
Ne lâhûtî sadâ "Allâhu ekber!" sarsıyor cânı..
Neal Armstrong
Necdet Şen
Necip Fazıl
Necip Fazıl Kısakürek
Necmettin Halil Onan
Nedim
Nef‘ī
Nefer
Nefis
Nereye Gİdersen Git
Nesimi
Neşet Ertaş
Nevzat Dündar
ney
Neyzen Tevfik
Nfk
Nicholas Sparks
nihat behram
nihat behram şiirleri
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
Nizam
Nur
Nurullah Genç
nükredit
o azmin
o sebatın dini MEHMET AKİF ERSOY
O var
O yerin gökten inen dini
od kitabı
od nedir
OĞUZ ARAL
oktay rıfat
oktay rıfat horozcu
oktay rifat
Olgunluk
Onbaşı muharrem
Onur Sakarya
Orhan Veli Kanık
Oruç
Osman Ebinç
Osman Hamdi
Osman Hamdi Bey
osman yavuz inal KARİKATÜRLERİ
osman yavuz inal ŞİİRLERİ
Osman Yüksel Serdengeçti
Osmanlı
Otobiyografi
Ozan Arif
ozan ünsal
oZMe
Öğretmen
Öğüt
Ölüm
Ömer Lütfi Mete
Ömür
Öykü
Öyküler
Öz Yurt
özdemir asaf
özdemir asaf şiirleri
Özledim
Özlem
Özlemek
Özlü Söz
Pablo Neruda
Para
Parya
Paul Moffat
Paulo Neruda
Pazar
Pervane
Peygamber
Peygamberimiz
pir celaleddin rumi
Pisagor
Politik
R.E.M
Ramazan
Ramazan Bayramı
Ramazan Şiirleri
Ramiz Dayı
Ramiz Karaeski
rampada doç kurbanda koç
Ramzan
RAŞİT YAKALI
Reis
reklam
Resimli Sözler
Resimli Şiir
Resimli Şiirler
Reşat Nuri Güntekin
rexcartoon _ sevdakâr çelik
rina
rina filmi
rina şiir
rina şiir sözleri
Rind
Risale
Romantik
Rozerin Atça
Ruh
rumi
Rüya
Rüya Pos(t)ası
Rüzgar
Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Sabah
sabır
Sacit Onan
safahat
Safahât
sağa baktım
Sakarya
Sakarya Fırat
Sakarya Türküsü
Samatya
Sanat
Sanat Müziği
Savaş
Savaş Ay
Sebep
Seccaden Kumlardı
Sefa Şenel
Seher Vakti
Selçuk Bekar
Selçuk Küpçük
Selçuk Yöntem
Selim Temo
Semah
Semih Sergen
senai demirci
Seneler
serdar tuncel
Serdar Tuncer
Serseri
Servet Kocakaya
Seslendirenler
Sesli Edebi Sözler
Sesli Hikaye
Sesli Hikaye Dinle
sesli şiir
Sesli Şiir Dinle
sesli şiir vakti
Sesli Şiirler
seslisiirvakti
Sevda
sevda sokağı
sevdakâr çelik _ "bir deSEN çiz-ELim."
sevdakâr çelik _ LAFmaTÖR'ünüz diyor ki:
sevdakâr çelik _ÇİZinceLİKLE
sevdakâr çelik _tiridine bandım şiirler
sevdakâr çelik _YAZILAR
sevdakâr çelik_ "bir SÖZ vardır bende benden içerü"
sevdakâr çelik_FUTBOL Hikâyeleri
sevdakâr çelik_şiirler ola...
Sevgi
Sevgili
Sevmek
Seyduna
seyduna türküleri
Seyyid Onbaşı
sezai Karakoç
Sıkıntı
Sinan
sinan yağmur
Sinema
Sis
Siste Söyleniş
Sitem
Siyah gözlerine beni de götür
Siyasi
Sizden Gelenler
Sohbet
Sokak
sola baktım; MEHMET AKİF ERSOY - HÜSRAN OSMANLICA ANLAMI TEFSİRİ ŞİİRİN YORUMU NE ANLATMAK İSTENİYOR
Son Şiir
Son Umut
Sonbahar
Sönmez Atasoy
spor
Stanislaw J. Lec
Su
Su Kasidesi
sufi
sunay akın
sunay akın şiirleri
Süleymaniye
Süleymaniye Kürsüsünde
Sürgün
Svetlana Korkhina
Şair
Şair i Azam
şairi azam
Şairler
Şarkılar Seni Söyler
Şehir
Şehit
Şehri Ramazan
şems
şems ve mevlana
şems-i tebrizi
Şeyh Galip
Şiir
şiir güncesi
Şiir İnceleme
Şiir Kategorileri
Şiir Tahlilleri
Şiir Vakti
ŞİİRLER
Şirvan Çelik
Şirvan Çelik Şiirleri
Şirvan Çelik Zengin
Tanıdığım İnsanlar
tarık tufan
tarık tufan şiirleri
Tarih
Tasa
Tasavvuf
tebrizli şems
Tecrübe
Tefekkür
Tek ayak üstünde
Telif Hakları
Telif Hakları Sözleşmesi
Tevfik Fikret
Tophane
Töre
Traditional
Tuncel Kurtiz
turgut uyar
Turku
Tutku
Tutunamayanlar
Türk - İslam
Türk Sanat Müziği
Türk Sanat Müziği Dİnle
Türkçe Olimpiyatları
Türker Nuhut
Türkü
Uçurum
Ufuk
Uğur Arslan
Uğur Işılak
Uğur Kaynar
Uğur Yıldırım
Umut
Usūlī
Ülkü
Ümit
Ümit Yaşar Oğuzcan
ümit yaşar oğuzcan şiirleri
Ümitsizlik
ünlü zatlar serisi _ sevdakâr çelik
ünzile kaç koyun ediyor
Üsküdar
Üstad
üzülme
vahit akça KARİKATÜRLERİ
vaiz kürsüde günümüz türkçesi
vaiz kürsüde oku
vaiz kürsüde osmanlıca oku ve anlamı
vaiz kürsüde şiiri
Vakit
Vasiyet
Vatan
Veda
Vedat Türkali
Vehm
video
yagmur
yagmur şiiri
Yağmur
Yağmur Kaçağı
Yağmur Resimleri
Yağmur Sesi
Yağmur Sonrası
Yağmur Şiiri
Yağmur Ve Aşk
Yağmur ve Sevgili
Yahya Kemal Beyatlı
Yahya Kemal Beyatlı Kendi Sesinden
Yaiam
Yalan Aşk
Yalnızlık
Yalnızlık kımıldar
Yar
Yar olmadın
Yara
Yaradan
Yaralı Gül
Yaren
Yaş
Yaşam
Yaşlılık
Yavuz Bülent Bakiler
Yayıncılık Politikası
Yaz
yedinci kitap
Yerden yükselip
Yılan
Yıldız
Yılmaz
Yılmaz Erdoğan
Yılmaz odabaşı
yılmazodabasi
Yiğit
Yokluk
Yoksulluk
Yol
Youtube
Yönetim
Yunus Emre
Yusuf Atılgan
Yusuf Eradam
yusuf hayaloğlu
yusuf hayaloğlu şiirleri
Yusuf Miroğlu
Yusuf Ziya
Yürek
Yüz
yüz lisan
Zafer Ekin Karabay
Zaman
Zaman geçmez ki yüz binlerce kalbin vecd-i sekrânı
zaman şiiri
zarifoğlu
zekeriya beyaz
Zeminden yükselip
Zihin
Zindan
Ziya Gökalp
Ziyaretçi İstek
Zor Aşk
Zor Günler
Zorluk
Zulüm
Unordered List
Text Widget
Blog Archive
-
▼
2014
(158)
-
▼
Eylül
(22)
- HEDİYE
- Alternatif bir tarih yazısı
- Seni Bana Getiren Her Talihsizliği Seviyorum Aslın...
- Dönecek misin?
- "ZAMAN! BİZE İLAÇ OL..."
- KENDİNİ KENDİNİN YERİNE KOYMA
- O kadının çıktığı yokuşlardan aşağılara ...
- A Benim Hevesli Serserim!
- Esnaf lokantalarına yakışan bir yanım var. Kolay k...
- KIYIDA
- UMUT KUŞU
- 400 Darbe
- Lütfen beni müze ilan et!..
- Kusurlu İlişkiler
- HER AKŞAM SON AKŞAM
- Pişman...Ali Ayçil
- Atila ÖZER_ "PORTRELER" Kitabı Yayınlandı_ 15 Hazi...
- Sezer ODABAŞIOĞLU öncülüğünde ->>"İZMİRLİ ÇİZERLER...
- Sevdakâr ÇELİK_ (Yılmaz GÜNEY portre çalışmam, FEL...
- Sevdakâr ÇELİK'in çizgisiyle(o3.o9.2o14) _YILIN SE...
- İkram TAŞTAN_*şiir ve fotoğraf*ı...ve Polat AYDIN,...
- Sevdakâr ÇELİK *yazısı* “BİR ŞİİR KİTABINA DOKUNM...
-
▼
Eylül
(22)