Biraz önce; hemen hemen her gün olduğu gibi, yine komşumuz Arse teyze misafirliğe geldi. 80'ine çoktan el sallayıp vedalaşmış bu şirin kadın ile annem sürekli çiçek, örgü desenleri vs. değiş tokuşu yapar dururlar.
Ben yatağımda uzanmış Sean Penn'in İnto the wild'ı ile Jim Jarmusch'un Dead Man'i, Kubrick'in Clock'work Orange'ı, Danny Boyle'un Trainspotting'i, Sergio Leone'nin Once Upon a Time in America'sı arasında bağlar kuruyordum. Biraz Jack Kerouac sosu, azıcık Batı'nın Doğu'yu özgürleştirmek istemesindeki haklılığı falan derken tam bugün yazacak bir şeyler bulduğum için sevinmeye başlamıştım ki annem odama girip "Kalk! Kalk!" dedi. Ne olduğunu anlayamadan beni yatağımdan kaldırdı. Yatağın çarşaflarını falan şöyle bir sıyırıp yatağı da kaldırdı. Bir baktım, bir çetik müzesinin üstünde yatıyormuşum...
"Bunlar ne arıyor burada?" dedim. Düz dursunlar diye koymuş annem onları oraya. Boydan boya neredeyse hiç boşluk olmadan serilmiş onlarca çetik. Her birinin deseni, rengi farklı...Bakalım daha neler çıkacak annemin hayalgücünün yeraltı kaynakları arasından...
Arse teyze de zar zor gören gözleriyle her birini en ince ayrıntısına kadar inceleyince uzunca bir süre odamdan sürgün edildim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder