Londra asfaltından Ergene ovasına yaptığım yolculuklarla geçen çocukluğum boyunca hiç dağ görmedim ben. Göğe değil toprağa uzayan insanlar tanıdım hep. Düşleri yarına değmeyen, yarına değmeyen düşleri hiç kirlenmeyen; atam, ailem olan muhacirler!..
Evet, kötü şeyler gördük. Zulüm yolumuzu kesti, karşımıza dikildi. Boynumuzu eğdik geçtik yanından. Somurtkan da olabilirdi hikayemiz, başkaları anlatsaydı muhakkak olurdu. Hatta ağlak bir şarkıdan ne farkı kalırdı, kim bilebilir?! Biz, boynumuzu eğdik ve geçtik yanından, oralı bile olmadık. Yutardık çünkü bazı harfleri yuttuğumuz gibi acıların çoğunu da. Ait olduğumuz tek yer bizi seven insanların olduğu yerdi. Bu yüzden çok sevdik içki masalarını. Muhabbet demek aşk demek değil miydi?..
Annelerimiz çeri çöpü bile bir gün lazım olur diye saklardı. Yahudilere benzerdik biraz, her an göçe hazır ve vatansız… Nereli olduğumuzu kim bilebilir? Orta Asya’dan Viyana’ya kadar yayılmış tüm hemşerilerimiz ve geçmişimizi, asla öğrenmeyelim diye çıkarmış sanki tarih kayıtlarından birileri. O yüzden “buralıyız” demeyiz hiçbirimiz çünkü “buradayız!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder