I...
Sabaha karşı kapı çaldı... Uyku sersemi kalkıp gittim. Kilidi açmış, kapıyı aralıyorken "Lanet olsun!" dedim, "Ya bir katil ya da hırsızsa...?" Hırsız niye kapıyı çalsın ki? Hem kim öldürmek ister ki beni... Annem hep derdi oysa: "'Kim o?' demeden, kapıyı açma!" Yine 'Kim o?' demeden kapıyı açmıştım işte... Neyse, olacak olanın önüne geçilmez...
Kapıyı açana kadar otomatik sönmüş. Karanlıkta, birinin ağzındaki sigaranın aydınlığı ve onun gücünün yetebildiği kadar yerin belli belirsiz görüntüsü vardı. Kapının hemen yanındaki aparattan otomatiği yaktım. Veli, uykusuzluktan çökmüş gözleri ve dağınık saçları ile karşımdaydı. Hiçbir şey demeden beni kenara itti ve içeri girdi. Kapıyı kapatıp peşine takıldım. Koridor boyunca ileri geri bir kaç volta attı. Ben de uyku sersemi, salak salak onu takip ettim... Sonra, bir anda kendime geldim ve: "Amcık herif! Gecenin bu saatinde geliyorsun ve ayakkabılarını bile çıkarmadan koridorumun yolluğunda volta atıyorsun... Anlasan yıkatırdım ya sana bunları... Neyse... Git çıkar ayakkabılarını!"
"Abi hiç sorma!" dedi... Boş boş ayakkabılarına baktı bir süre... Eğildim ve bağcıklarını çözüp ayağından çıkardım. Uslu bir çocuk oldu ve ayakkabılarını çıkarırken sırayla ayaklarını kaldırıp bana yardımcı oldu... Bu, sakinleşmemi sağladı biraz... Gidip düzgünce ayakkabılığa bıraktım ayakkabılarını...
"Gel içeri geçelim." deyip salonun ışığını açtım; o, salonun kapısından girene kadar kapıda bekledim... Geçip koltuğa oturdu. "Yeterince olmadın galiba sen..." dedim, "Şarap var, biraz da viski..." "Viski." dedi... "Kör edenlerden ama..." dedim...
Umrunda değildi... Gidip mutfaktan dandik viskimi alıp geldim... Şişeyi Veli'ye uzatıp karşısındaki koltuğa oturdum. Bardak falan istemeyeceğini biliyordum zaten. Kapağını açıp şişeyi dikti... Suratını ekşitip, "Amına koyayım!" dedi, "Bari tadı güzel olanlardan alsaydın."
"Geçen ayın kirasını ödeyebilirsem, alırım."
Veli, yeniden 'Abi hiç sorma!' diyene kadar yaklaşık yirmi dakika sessiz sessiz oturduk. Daha doğrusu; o, boş boş tavandaki avizeye bakarken, ben uyukladım...
"Abi hiç sorma!"
"...."
"Nerdeydim biliyor musun?"
"Bilmiyorum. Neredeydin?"
"Zeyneplerdeydim...."
"Bütün gece mi?"
Duvardaki saat gözüme ilişti. 03:15... Yani yaklaşık olarak... Uyku dolu gözlerle yelkovanın tam yerini kestiremiyordum...
"Eee..." dedim, "Neden sabahı orada etmedin?"
"Abi hiç sorma!.."
"Tamam. Anlatmayacaksan... Ben yatayım..."
"Yok. Dur! Fuat'a gidelim...Hadi!"
"Oğlum manyak mısın? Bu saatte..."
"Bir şey demez..."
"Yok. O buraya gelsin o zaman. Arayalım da... Şimdi Tuğçe falan vardır yanında... Belli... Sen bir haltlar karıştırmışsın. Ayıp olur kıza...."
"Tamam. Ara sen Fuat'ı... 'Gelsin... Yoksa gidip dağıtırım orayı...' Öyle söyle..."
"Tamam. Tamam..."
Fuat'ı aradım... Bir saati buldu gelmesi. Çünkü, gelirken bira almasını söylemiştik... Açık bir yer bulması zaman almış... Ellerinde iki siyah poşeti tangırdata tangırdata geldi... Hava soğuktu ama balkona bir masa kurup yıldız yağmurunun altında, ilk ikişer birayı içerken sesimizi çıkarmadan, kayan her yıldızla birer dilek tuttuk... Sonra, dileklerimiz mi bitti yoksa Fuat bu sessizliğe daha fazla dayanamadı mı bilmiyorum ama:
"Bira getirmem için mi uyandırdınız beni?" dedi.
"Abi hiç sorma!" dedi Veli...
Papağan gibi tekrarladım: "Abi hiç sorma!..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder