19 Haziran 2008 Perşembe

"SIRADAKİ !"

Sanki bir kabustan uyanır gibi, terler içinde kendine geldi. Kalkmaya çalıştı ama elleri ve ayakları bağlıydı. Tekerlekleri olan bir şeye bağlanmıştı. Hallerde, otogarlarda yük taşımak için kullanılan aletlere benziyordu bağlı olduğu şey. Bir tür taşıyıcı... Bir adam ıslık çala çala taşıyıcıyı itiyordu. Ayaklarını ve ellerini kıpırdatamıyordu ama başını rahatça sağa sola çevirebiliyordu. Ağzının bağlı olduğu kanısı vardı nedense içinde ama bağlı değildi. Bunu farkettiğinde şaşırdı. Bağırmak, çığlık atmak istedi. Bunların işe yaramayacağı ortadaydı. Yoksa kesin ağzını bağlarlardı. Madem bağlamadılar; o zaman bağırmamı, haykırmamı, çığlık atmamı bekliyorlar diye düşündü. Onlara istediklerini vermemeye karar verdi. Islık çalan ve bağlı olduğu taşıyıcıyı iten adama doğru çevirdi, çevirebildiğince başını. Adam ona gülümsedi ve sonra göz kırparak "Günaydın!" dedi.

Adama aldırmamaya karar verdi ve buraya gelmeden önce en son nerede olduğunu hatırlamaya çalıştı. Apartmana girmiş, merdivenleri çıkıyordu. Evi dördüncü kattaydı. İkinci ile üçüncü katlar arasında ışık söndü birden. Tuhaftı, çünkü ışık kapalıyken basmıştı aşağıda otomatiğe ve her zaman evinin kapısının önüne kadar yanardı. Kapıyı açmak konusunda biraz tembel davrandı mı sönerdi ve yeniden yakmak zorunda kalırdı. 'O kadar da yavaş çıkıyor olamam merdivenleri' diye düşündü. Işık söndü, sonra? Sadece ışığın söndüğünü hatırlıyordu. 'Peki nasıl bayılttılar beni?' Buna anlam veremedi. Bunları düşünmeye çok da fazla vakit bulamadan, taşıyıcıyı iten adam onu büyükçe bir odaya soktu, ıslığını kesip boğazını temizledikten sonra.


Odaya girdiklerinde üç adam daha gördü, tıpkı kendisi gibi bu lanet taşıyıcıya bağlanmış. Ağızları bağlı değildi ama bir zamanlar bağırıyor, konuşuyor ya da çığlıklar atıyordularsa da, belli ki bundan ümidi çoktan kesmişlerdi. Sıra sıra dizilmiş taşıyıcıların yanına, hizayı bozmadan onunkini de yerleştirdiler. Odada, onu buraya getiren adam dışında kel bir adam daha vardı.

Adamlar hiçbir şeylerini gizlemiyorlardı. Yüzleri açıktaydı. Odanın aydınlatması da gayet iyi olduğundan, üzerlerindeki takım elbiselerin ne kadar özenle ütülendiğine kadar, her şey çok net görünüyordu. Diğer dört bağlı adam da gelene kadar hiçkimse ağzını açmadı. Onlar da özenle hizaya yerleştirildi.

"Tamamdır." dedi sevimsiz bir gülüşü olan kel adam,
"Artık başlayabiliriz."

Sağında ve solunda bağlı duran adamlara baktı sırayla. Dehşet içindeydiler. 'Ben de mi korkuya kapılsam acaba?..' dedi. Sonra, hemen vazgeçti bundan. Sevimsiz gülüşü olan kel, sol baştaki bağlı adamın yanına geldi.

"Şimdi..." dedi, "Birazdan şu kapıdan biri girecek." Kendi sokuldukları kapının hemen karşısındaki kapıyı işaret etti. "Ve sizler, kendi hayatlarınız için onun hayatına son vereceksiniz... Sırayla... Hepiniz de sağ çıkabilirsiniz buradan... Ya da belki... Bir kaç fire verebiliriz... Bilemiyorum. Benim için dert değil. Siz onları öldürmeseniz de biz öldüreceğiz zaten..."

Blöf yapıyor diye düşündü. Çünkü adamları apaçık görüyorlardı. Niyetleri birilerini öldürmekse, şimdiden ölü sayılırlardı. Ölümden korkup korkmadığından hala daha emin değildi. Onu öldüreceklerini düşünmüyordu nedense. 'Hem kim, neden öldürmek istesin ki beni?..'

Sevimsiz gülüşü olan adam sağ elini çözdü sol baştakinin. Bu sırada, sırayla onları buraya getiren ve şimdi, ıslıkla çaldığı şarkının "Ada sahillerinde..." olduğunu anladığı adam ortaya büyük bir kutu getirip bıraktı. Kutunun altında, kolayca taşınabilmesi için tekerlekler vardı. Bir yüzü -onlara bakan- açık; altı, üstü ve üç tarafı kapalıydı kutunun. İçinde bir tür oturaklı askı gibi bir şey vardı. Sanki onların bağlandığı bu taşıyıcılardan daha rahatmış gibi görünüyordu.

Sonra; kutunun karşısına, üzerine bir silah monte edilmiş küçük bir sehpa yerleştirdi. Silahın doğrultusunu kontrol etti ve 'Tamamdır' manasında bir işaret yaptı, sevimsiz sevimsiz gülümsemeye devam eden kel adama. O da cebinden küçük, hesap makinesine benzer bir alet çıkardı. "Şu düğmeye dokunduğun anda silah ateşlenecek..." dedi. "Yalnız... Bunu yapmak için sadece iki dakikan var... Aksi halde..." Ceketinin altındaki kılıftan silahını çıkardı ve hepimiz görebilelim diye önümüzde bir tur atıp tekrar sol baştaki adamın yanına gitti. "Aksi halde ben seni vuracağım..." dedi.

Sol baştaki adam dayanamayıp yalvarmaya, yakarmaya başladı. "Ben size ne yaptım? Niye benden böyle bir şey istiyorsunuz? Hem... Beni de sağ bırakmazsınız... Yüzünüzü gördüm..." dedi ya da demeye çalıştı salya sümük...

"Ben olsam şansımı denerdim." dedi 'Ada sahillerinde' şarkısını ıslıkla çalan adam... Sol baştaki "Tamam." dedi. "Yaparsam beni bırakacağınıza dair söz verin..."

"Tuhaf..." dedi kel adam, "Söz vermem yeterli olacak demek..."

"Şansımı denemek istiyorum." dedi sol baştaki...

Kel adam cep telefonunu çıkardı, numarayı tuşladı ve "Gönderin." dedi...

Biraz sonra, gösterdiği kapıdan 5-6 yaşlarında, sarışın bir erkek çocuğu girdi. Ağlamaktan gözleri şişmişti. Belli ki biraz teselli olsun diye eline oyuncak bir tabanca vermişlerdi. 'Ada sahillerinde' şarkısını, ıslığıyla gayet iyi icra eden adam gidip çocuğu aldı ve kutunun içine sokup bağladı. Çocuk daha kutuya bile getirilmeden ağlamaya, zırlamaya başlamıştı. "Anneeee...." diye iç geçire iç geçire ağlıyordu. Gerçekten yürek parçalayıcıydı... Tam karşısında duran silahın gerçek bir silah olduğunu anlayabilecek kadar büyümemişti henüz. Hayatının tehlikede olduğunun kesinlikle farkında değildi. Tek istediği annesine kavuşmaktı. "Hani annem gelecekti? Hani annem gelecekti?" diye ağlıyordu.

Sol baştaki, dehşet içinde, "Bir çocuk olacağını söylememiştiniz..." dedi.

Hiç aldırmadı kel adam, "Şansını deneyip denememek artık sadece senin elinde. Al... Süren başladı..." Üzerinde düğme olan aleti sol baştakine verdi ve ceketinin kolunu hafifçe sıyırıp pişkin pişkin saatinden, geçen süreyi izlemeye başladı.

Adamın o düğmeye basacağından o kadar emindi ki gözlerini sımsıkı kapadı. O iki dakika bir türlü geçmek bilmedi. O kadar çok sıkmıştı ki gözlerini bir yerde pes etmek zorunda kaldı. Çocuk hala hayattaydı, hala ağlıyordu ve sol baştaki hala düğmeye basmamıştı. Tekrar sımsıkı kapadı gözlerini. Ne kadar zaman geçtiğinin farkında değildi. Tam pes edip açacaktı ki beklediği o silah sesini duydu. Sımsıkıdan da sımsıkı kapadı gözlerini... Kel adam "Ne yazık ki süren doldu." dedi, "Sıradaki!.."

Gözlerini açtı. Sol baştaki, başından vurulmuş, cansız bir halde bağlandığı taşıyıcıdaydı...

"Evet. Sıradaki!" dedi kel adam. "Sanırım bu işin şakası olmadığını açıkça gösterdim." Sol baştakinin yanındaki adamın elini çözüp, basması gereken düğmeyi gösterdi. Adam, ona 'Bas.' dedikleri anda bastı düğmeye... Çocuğun sesi kesildi...

Kel adam tekrar cep telefonunu çıkardı ve "Sıradakini gönderin." dedi. Düğmeye basan adam kendisini bırakacaklarından o kadar emindi ki, hiçbir endişe yoktu yüzünde. Hatta gülümsüyordu... Merakla, o adamı bırakıp bırakmayacaklarını bekliyordu sıradakiler... 'Bu adamı bırakırlarsa' dedi içinden, 'Sadece bir kişi kalıyor sıranın bana gelmesine...' Artık tedirgin olmaya başlamıştı. Her ne olursa olsun küçük bir çocuğun ölümüne sebep olamazdı. Diğer yandan... Her halükarda ölecekti çocuk. Sağındakine baktı. 'Evet. Gözünü bile kırpmaz bu...'

"Kamil!" diye bağırdı kel adam diğerine. 'Kamil...' dedi içinden, ıslık çalan adamın adı Kamil. Kamil hemen koşup vurulan çocuğu çözdü ve kutunun yanına taşıdı cesedini. Bu sırada, ölen küçük çocuğun girdiği kapıdan bir çocuk daha girdi. Bu sefer bir kız çocuğuydu. Aynı yaşlarda, esmer mi esmer... Kamil kız çocuğunu alıp kutuya getirdi ve bağladı. Kızın gıkı bile çıkmıyordu... 'Böyle... Sanki daha iç parçalayıcı...' dedi kendi kendine... 'Belki de... Bu kızda... Sıra bana kadar gelir... Ne yaparım ki o zaman?..'

"Hani bırakacaktınız" dedi, biraz önce düğmeye basan adam.

"Bırakacağız ama o düğmeye son bir kez daha basman gerekiyor..."

Adam bir kez daha basamadı o düğmeye... 'Hayret! Gözünü bile kırpmadan basmıştı halbuki ilk seferde...' Diğer adam, yanındaki adamın beynine sıkılan kurşundan saniyeler sonra basmıştı düğmeye. Diğer çocuk geldi ve hiç düşünmeden bastı tekrar... Herkes bakışlarını o adama çevirdi. Kamil gelip çözdü adamı. "Şu kapıdan çıkacaksın." dedi. Adam tüm gücüyle koştu ve gözden kayboldu. Silah sesi yoktu... İçi rahatladı biraz... 'Ben de onun yaptığını yaparsam... Beni de bırakırlar belki...' dedi kendi kendine... 'Nasılsa ölecekler...'

"Sıradaki!" dedi kel...

Sıradaki, 70-80 yaşlarında bir nineydi... Düğme parmağının ucundaydı. Kel'in silahının namlusu şakağında...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder