11 Nisan 2006 Salı

Suda Yürüyenler ve Suyu Bulandıranlar

“En büyük hazinem, kendi kendimin efendisi olmam
ve felaketten korkmamam.”
Casanova


Özgür olmak için çabalayan, kıçını yırtan insanlar tanıdım; bazen de sırf bir şeylere bağlanmak, bir yere ve birilerine ait olmak duygusunu hissetmek için onlara sunulan özgürlüğü elinin tersiyle itenler.

Zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış ya; ben, zengin malıyla, züğürt çenesiyle yaşasın diyenlerdenim. Kişi, öncelikle kendi doğasında varolmalıdır. Özgürlük ya da kölelik, sadece kendi seçer kendi tebasını. Bir tür kast sistemi yani. N’olmuş? Düzeni kim düzmüş ki? Düzüleni kim avutmuş? Genelevde çalışan her kadının orada olmaktan dolayı mutsuz olduğunu sanmıyorum ben. Ne de her patronun koltuğuna isteyerek oturduğuna inanıyorum.

Kendi kendisinin kölesi olanlar asla özgür olamazlar! Ve başkalarının kölesi olanlar azar azar verseler de ruhlarını, birden ve hepsini verecek olanlardan daha mutludurlar kanısındayım. “Kadehinde zehir olsa ben içerim bana getir” durumu yani. Canının acıyacağını bilirsen daha az acı çekersin.

Kader, yazgı ya da diyalektik; adına ne dersek diyelim, herkesin sırtında öncelikli olarak taşıması gereken kişisel yükü vardır. Vicdan dediğimiz şey ancak bu yük sırta alındıktan sonra nefes alabilir. Birinin yükü suda yürümekken diğerininki suyu bulandırmak, birinin yükü insanları mutlu etmekken diğerininki insanları yok etmek olabilir. Evet, bu (yani insanları yok etmek) neresinden bakarsanız bakın kötü bir şeydir (insanlığı yok etmek kadar da değil ama)ve semavi yasalarca günahtır. Kendi kişisel ahlakımda bunu bırakın cezalandıracak, yargılayacak tek bir hüküm bile yoktur! Bu da benim yolum!

Casanova’yı özgür kılan şey kendi yükünü içtenlikle sırtlayıp sonuna kadar taşımasıdır. Hepimiz Casanova değiliz, olamayız. Hitler, Einstein, Marco Polo değiliz. Belki de öyleyiz… Kim bilir? Önce kendi kendimizin efendisi olmalı ve ondan sonra kelle verip kelle almalıyız…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder