22 Ocak 2011 Cumartesi

RUS RULETİ

-kendi kendini okuma denemesi-


Ortada birilerinin eyvallahından geçip de yapıta dönüşmüş bir şeyler yokken, birinin şairliği ya da yazarlığı üzerine çıkarımda bulunmak , eleştiri ortaya koymak çok da anlamlı olmuyor. O kişiyi seviyorsanız, gönül rahatlığıyla kayırabilirsiniz ama… Eh, ben de kendimi fena sevmem hani…

Güray Onok’u günler, aylar, yıllarla takvimlendirdiğimiz zaman içerisinde çeşitli dergi ve fanzinlerde okumuş olabilirsiniz. Belki de tek kaynak bu zavallı blog da olabilir. Çok önemsemeyelim… Sizin için kimdir, nedir bilemiyorum ama o ismi taşıyan kişi olarak tüm serüvenini bildiğim için, benim önemsediğim biridir.

Bir okur olarak ben de algılamakta ve farkına varmakta zorlansam da düzyazıyı şiirden daha keyifli bir çalışma alanı olarak gördüğünü itiraf ettiğine defalarca şahit oldum. Belki de kelimeleri yan yana koyuşundaki şiirsellik, aksini düşünmeye itiyor.

Aslında şiirle düzyazı arasında bilinçli bir tercih yaptığını düşünmemeliyiz. Nasıl varoluşçu olarak adlandıramayacaksak kendisini, yazdıklarında da kimi ipuçlarına ulaşabileceğimiz şekilde rastlantının sahasında oynamayı sever. Birinin kişisel olarak bir derdi varsa, mutlaka yazdıklarına da sızacaktır o dert, ama bir derdi ortaya koymak için yola çıkmaya karşıdır. Nefsiyle neslini müdafaa etmeye çalışırken, sağ çıktığı sokaklara sürekli gösterdiği hürmetinden anladığımız kadarıyla "kendisi olduğu yere sürgün edilmiş biri"dir o. Buradan anlarız ki, tüm memnuniyetine rağmen düşlediği yerde değildir.

Rimbaud ile boy ölçüşmeye çalışmış ve kaybetmiştir. Sonrasındaysa, mücadele edecek birini bulamayışın getirdiği umursamazlık ve melankoli siner üzerine. Yazmasa da, hiç de dertlenmeden yaşar aslında bal gibi. Boşu boşuna mı yazıyorsun o zaman diye sorduğumda, “bir gün birilerinin aklındaki ampullere ilk voltajı belki ben veririm” diye yanıtlamıştı beni. Yani sanat ne sanat içindir onun için, ne halk için. Asla gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bile bilemeyeceği, tek bir kişinin yangınını başlatmak içindir. Erdemli bir amaç olduğunu düşünmesem de, bunu bir gerekçe olarak kabul edebilirim.

Kendine has ironisi çoğu yerde fazlasıyla erkeksi dursa da, kadını da yabana atmaz. Gerçi, açık açık:”Kadınları küçümsemiyorum, onlar zaten küçükler” de demiştir ama sözün yazıya, yani nefesin mürekkebe dönüştüğü o aralıkta sehpaya gitmenize sebep olacak kim bilir kaç cümleye de siz yardım ve yataklık ettiniz… 

Bazen, sadece yazmak için yazar… Bir Güray Onok okuru olarak o cümlelerini daha eğlenceli bulurum. Mesela; “Olmayacak iş ama, dayısının 'neden ağlıyorsun ki? hadi, yatağa gidin...Bunda korkulacak bir şey yok.' demesini ummuştum, başıma gelecekleri adım kadar iyi bilmeme rağmen. Öyle olmadı doğal olarak. Dayısı sinirli sinirli yanıma geldi ve kulağımdan tutup ayaklarımı yerden kesti. Ne korktum, ne utandım. O gün bugündür bu iki erdemden yoksun yaşarım. Sadece o anı yaşadım. Tıpkı şimdi yaşamakta olduğum gibi...Korkmadığım için kulağımı bıraktığında koşmadım, kaçmadım. Yapılacak en akıllı şeyin hiçbir şey olmamış gibi davranmak olduğuna karar verdim. Ellerimi ceplerime soktum ve ıslık çala çala, soğukkanlı adımlarla ilerledim. Dilara'nın çalımlı yürüyüşümü izledikçe gözlerindeki ifadenin daha sevecen ve hayran olduğunu görünce de bu sakinlik ve umursamazlık meselesini halen daha yapmakta olduğum gibi fazla abarttım ve dayısı beni hemen yakalayıp aşkın insanın ayaklarını yerden nasıl kestiğini bir kez daha gösterdi. Ve sonra bu hep tekrarlana durdu

Ne anlatırsa anlatsın, eğer severek okumuşsanız G.O.’yu, mutlaka bir yerlerde size göz kırpar ben buradayım diye.  Rahat ve akıcıdır. Yormaz ama unutkanlığa da sebep olmaz. Kendiliğinden gelişiyor gibidir sanki her şey. Sizde kıskançlık uyandırmaz ama bir yandan da tam emin olamadığınız bir saygı uyandırır. Uyandırmasa da zararı yok! 


Herkese iyi uykular...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder