Bir ülkeden bir başka ülkeye, kaçabileceğim bir yer varmış gibi sanki; havaalanlarında, üstüme tüm şüpheleri yıkarak, ‘Ahh! Ne mümkün havalanmak!..’ diye şakıyarak, o kapıdan bu kapıya elletip duruyorum yerlerimi…
Camdan bakınca dünya bembeyaz. Kar mı bu? Yoksa, kim boyamış yeri göğü?..
Nihayet azalırken her şey, yani kapılar ve tüm bu bürokrasi, yüzümde hissediyorum serinliğini, hayat çok uzakta olamaz!
Rüzgarın biz rüyalılara pazarladığı kar taneleri yüzümüze bir gülüp bir kaçarken, ‘buyrun beyefendi.’ diyor, cop memeli erkek gibi çirkin bir kadın görevli. Buyuruyorum ben de çekine çekine.
Kırmızı bir su akıp duruyor metal bir küvette. ‘Buyurun.’ diyor yeniden. ‘Buradan mı?’ diye soruyorum ben de. ‘Buyurun’ diyor ve copunu kalçalarımı tehdit edercesine sallıyor. Buyuralım bakalım deyip kendi kendimi de şaşırtarak adım atıyorum kırmızı suya, ki ‘korkmayın, sadece dezenfektan’ diyor iki adım arkamdaki maymun güzeli. Birden zıplayıveriyorum, bacağıma sürtünen şeyin sürpriziyle. Bir bakıyorum valizli bir deniz aslanı. Bir piposu eksik diyorum, cümlem bitmeden eşi geçiyor önüme. Ulan hayvan olmasanız hayvan derim de, hayvansınız zaten. Yok arkadaş, dünyalılar bilmiyor sıraya girmeyi!.. Bir bizim tür ya da memleket değil…
Neyse, yapacak başka şey yok, ben de peşlerinden. Ah, bir neşeliler bir neşeliler ki şu deniz aslanları, hani, kör olsan masmavi deniz sanacaksın. Bir adım bele kadar, bir adım omuz… ‘Eee, hadi! Sok başını.’
Yok daha neler!?..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder