"Gözlerin gerçekte ne renk?" diye sordu. Az önce, aynı soruyu ben ona sormuştum ve "kırmızı" demişti. Gözlerinin kırmızı olduğuna inanmıştım. Şimdi, ona ne cevap verirsem vereyim inanmayacak...O halde, "sen nasıl istersen..."
- Mavi olmasın...Yeşil de olmasın...Bilmiyorum ki!..Seçeneklerim neler?
Ona sunacak seçeneklerim yoktu. Hem, ne sunarsam sunayım sonunda vazgeçecekti ve benim üstüme kalacaktı cinayet. Ne yaparsam, adil olmayacaktı! Başımı iyice kucağına gömdüm. Yeterince sokulabilirsem, yeterince koklayabilirsem, yeterince soluyabilirsem...Hayır! Hiçbir şey yetmez...Teslim olmaktan vazgeçmiştim ama tek başımaydım. Bu işgalden sağ çıkamayacaksam..."Yetiş bana!" dedim ve birden ayağa fırlayıp koşmaya başladım. Gelmedi peşimden. Koştum koşabildiğim kadar. Saatler mi, dakikalar mı? Belki de saniyeler...Artık başka bir ülkedeydim. Başka bir ülke, başka bir gün, başka bir şehir. Başa sarmak için güzel fırsat!
"Mavi, yeşil, ela ve kahverengi" dedim. Anlamayacağını biliyordum. "Babamın gözleri yeşil, annemin kahverengi, babaannemin mavi, dedelerimin ve anneannemin ela...Benim de bunların karışımı. Hala, gözlerime kimse bakmadığı için cevabı bilmiyorum..."
"Aynaya bakmadın mı hiç?" diye sordu. "Hayır." dedim. "Kim olduğumu görmekten korkuyorum." Bir an merakla baktı, sonra vazgeçti. Uzanıp göz kapaklarımı kapadı. "Sen korkuyorsan ben de korkmalıyım..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder