14 Eylül 2013 Cumartesi

YERYÜZÜNE REST, Emre GÜRDAL



Lautreamont Maldoror’un birinci şarkısına başlarken şöyle der: “Bundan sonraki sayfaları her önüne gelenin okuması hiç de hayırlı olmaz; ancak pek az insan tadına varabilir, başını belaya sokmadan , bu acı meyvenin. Öyleyse, sen, çekingen ruh, böyle el değmemiş fundalıkların uzak derinliklerine girmeden önce adımlarını ileriye değil geriye at.”

Emre Gürdal’ın ilk romanı Yeryüzüne Rest için de aynı şey geçerli. Sarı Çıyan yani romanın anlatıcısı ve kahramanı, bizim de bir okur olarak tornasından geçtiğimiz modern ve sonrası edebiyatla sanatın doğurup büyüttüğü ve sokaklara saldığı bir kahraman. Proust’tan Oğuz Atay’a, Kafka’dan Nietzsche’ye, Rimbaud’dan Bukowski’ye ve daha pek çok yazar, roman, şiir, film ve sanat eseriyle kendini büyütmüş ve var etmiş bir karakter. Tam olarak onlara atıf yapmıyor, onlardan meydana geliyor.

Bu noktada da okurun önündeki sayfalardan daha çok, öncesinde okumuş olduklarıyla yüzleşmesi gerekiyor.

Kitabı okuyanlardan duyduğum genel yorum “bir solukta okudum, kitabı bırakamadım” şeklinde oldu. Anlatımsal olarak romanın dilinin akıcı ve sürükleyici olduğunu dile getirirken, aslında tüm bunların altında çok farklı bir cevherin olduğuna dair bir kanıt bu. Bilinçli ya da bilinç dışı, okurun sahip olduğu edebiyat mirası aslında kitaba okuru böylesine kilitleyen.

Anlatım o kadar güçlü ki gerçekliğini sorgulatmıyor bile. Bizim fani dünya işleri ile kendi Mariana çukurlarımızda sakladığımız ve zaptettiğimiz yanlarımız Sarı Çıyanla aramızda dolaşıyor. Onu kimileri yazarla özdeşleştiriyor, kimileri de yeni bir dost gibi hayatına kabul ediyor. Çoğu yerde yenik çıktığımız ahlaki sorgulamalarımızın hepsinden galip çıkıyor. Yinede konformizme kendimizi öylesine kaptırmışız ki onun yerinde olmak isteyip istemediğimize karar veremiyoruz. El çekemediğimiz tüm günahlarımızdan o el çekiyor, vazgeçemediğimiz tüm tutsaklıklarımızdan o kurtuluyor. Kitabın suratımıza vurduğu bir tokat bu.

Rimbaud’nun “asla çalışmayacağım” ülküsünü hayata geçiriyor. Bizim hiç vakit ayıramadığımız, ayırsak da anlamakta çok zorlandığımız, korkular içinde sırt çevirdiğimiz yalnızlığımızın dilini, içsel dilimizi o anlıyor. Önce kendisini, sonra bizi. Ve tüm bunları bize bir mektupmuşçasına yazıyor, yazıyor.

Yan yana koyabileceğimiz, kütüphanelerde aynı raflara koyabileceğimiz çok fazla akrabası yok bu kitabın. Ama bu, onu el değmemiş fundalıkların acı meyvesi olmaktan alıkoymuyor. Edebiyatta örnekleri çok az olan dürüst yazarlardan Emre Gürdal. Şu sıralar ikinci kitabı üzerinde çalıştığı söyleniyor.


Biz de ikinci kitaba hazırlanmak için biraz kendi yalnızlıklarımızın sesine kulak verelim.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder