Ömer Ünal 1950’de İstanbul’da doğmuş. Babası Muzaffer Ünal, Menderes’in ilk mahalle milyonerlerinden. Orta okul ve liseyi İstanbul’da okuduktan sonra üniversite eğitimi için, daha çok babasının ısrarları ve yönlendirmesi ile Amerika Birleşik Devletlerine gitmiş. Michigan State üniversitesine başlamış. Babası makine mühendisi olmasını istiyormuş ama ilk yılın sonunda kendi deyimiyle sıkıldığı için ama daha sonradan söylediğine göre İngilizce eğitimde epeyce zorlandığı için okulu bırakmış. Bir yıl Chicago’da halde çalıştıktan sonra New York’a gitmiş. Brooklyn’de bir buzhanede çalışmaya başlamış.
-“Aslında çok sıkıcı bir işti. Ancak çalışmaya başladıktan iki ay sonra ilginç bir iş geldi. Bir film setine buz götürmeye başladık. İki yılı aşkın bir zamandır Amerika’da olmama rağmen hiç sinemaya gitmemiştim. Zaten Türkiye’deyken de sinemayla hiç ilgilenmezdim. Ne artistleri tanıyordum ne de bu işle uzaktan yakından bir ilgim vardı.”
-“İşimiz kısaca, büyük buzları parçalayıp oyuncuların ağızlarına atabilecekleri boyutlara getirmekti. Çok fazla elemanımız olmamasına rağmen film ekibinin isteğiyle bu işi de biz yapıyorduk. Ben buzhanede deneyimsiz olduğum için bu işi bana verdiler. Anlayabildiğim kadarıyla soğuk havada oyuncuların ağzından buhar çıkmasın diye böyle bir şey yapıyorlardı. Ben de fırsattan istifade film setini bol bol gözleme fırsatı buldum ve ilk günün sonunda ‘bu işi yapmalıyım’ dedim kendi kendime.”
Ancak o iş deneyimi Ömer Ünal’ın bu sektördeki tek deneyimi olarak kalmış. Birkaç ay daha buzhanede çalıştıktan sonra limanda bir iş bulup yükleme boşaltma işlerinde çalışmış.
Sinema aşkı onun için şıpsevdi bir sevda olarak kalmış. “Cebine iyi bir para girdikten sonra yaptığın işi ister istemez sevmeye başlıyorsun” diyor Ömer amca. O yılın sonunda babasının ölümüyle Türkiye’ye geri dönmüş. Şu ünlü banker döneminde de epeyce para kaybedip mütevazi bir hayat yaşamaya başlamış.
Şimdi 56 yaşında ve günlerini üç yaşındaki torunu Berk’le park seyahatleri yaparak geçiriyor. Onunla da böyle tanıştım zaten. Yeğenim Barış’ı parka oynamaya götürdüğüm bir akşam üstü “Senin oğlun mu?” diye başlayan bir konuşmayla başlayan muhabbetimiz; “Ne iş yapıyorsun?” diye devam etti ve bütün bu hikayeler o parktaki iki, üç saatlik zaman diliminde bana aktarıldı.
Peki ben bunları niye yazdım? Ömer amcanın yerinde olmayı o kadar çok isterdim ki…Çünkü, hayatındaki o tek sinema deneyimi “Dog Day Afternoon” ve ağzına atsın diye buz parçalarını verdiği aktörlerden biri de Al Pacino idi. Hayat işte!..
Bazen bir efsanenin yanı başından geçip hiçbir şeyin farkında olmadan kendi yolunuza yürüyebiliyorsunuz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder