Geçmişle ilgili hep bir geç kalmışlık hissiyle yaşadık. O kadar güzel zamanlardan ve insanlardan bu kadar uzakta, varoluşumuza anlam arama çırpınışlarıyla oyalandık.
Yanılmışız...
Tarih asıl bu günleri yazacak uzun uzun. Bizleri yargılayacak!
O yüzden ayağınızı denk alın!
Yarına namuslu, vicdanlı insanlar olarak yazdırın adınızı...
Dönem dönem farklı şeylerin daha çok itibar görmesi güneşin doğup batması, yağmurun yağması, rüzgarın esmesi kadar doğal ve sıradan bir durum.
Bu şiir olur, öykü olur, roman olur. Şarkı olur, oyun olur, senaryo olur. Bunu belirleyen şey nedir ve bu şey seni de belirler mi?
Okumuyor değiliz ama çok az okuyoruz. Uzun süredir kişisel gelişim kitapları dışında bir şey okuyan birilerini görmüyorum. Insan ister istemez Orhan Pamuk'un, Kürşat Başar'ın hatta Tuna Kiremitçi'nin, Ayşe Kulin'in kitaplarını otobüste, metroda, parkta okuyanları özlüyor gibi oluyor. Yoksa bunlar ve onlar aynı kişiler mi?!?..
Onlar şimdilik o kadar da mühim değiller de, gerçekten okumaya, yazmaya hevesli olanların artık alışkanlık haline gelmiş bazı yanlışlarından bahsetmek isterim.
Onaylanmamış hiçbir şey hakkında fikir belirtemiyorlar. Sadece daha önce tartışması yapılmış ve birilerinin onayından geçmiş konu ve eserler üzerine konuşabiliyorlar.
Öğrenilmiş çaresizlik mi desek?(!)
Yazma aşamasında da çoğu dergi yazarı, şairi olmaya çalışıp ortalama edebiyatın kısır dünyasında boğuluyorlar.
Bunun da asıl sebebi acele.
Kendilerini gerçekten tatmin edemeyecek şeylerle heba ediyorlar değerli vakitlerini.
Kendiniz için yazın.
Yalnız kendiniz için.
Varsın kimse basmasın, okumasın.
Ama sıkı şeyler yazın, Iyi şeyler, Değerli şeyler...
Kendinize dönün...
Orada mutlaka en az bir gerçek ve değerli insan çıkacak karşınıza...
Imlasız imalatlarına, saglanmamış yanlışlarına sadıksın yalnız. Işte bu, bir açmaz! Aça saça ortaya malını mülkünü, açarım sanıyorsun bu düğümü. Geç olmanın geç kalmakla ne ilgisi olabilir, değil mi?(!)